22 Ekim 2010 Cuma

İlk Ay (4.Bölüm)

Bir hafta daha geçti. İşin ilginç tarafı havalar mükemmel gidiyordu, Kasım ayının ortasını bulmamıza rağmen hala kalın mont ve mantolarımıza geçiş yapamamıştık. Açıkçası ben bu durumdan pek hoşnuttum zira hergün en az bir saat yürüyüş yapabilme imkanım oluyordu. Yıllardır özlemini çektiğim anlar gelmişti ne güzeldi hergün böyle yürüyebilmek. Bazen günde iki kere çıkıyordum yürüyüşe, hatta artık bir yere gidiyorsam Kadıköy’e yürüyüp oradan başka taşıtlara binmeyi tercih ediyordum. Bu hem yol parasından tasarruf oluyordu hem de yürüme mesafem uzuyordu. Zamanla bir alıp veremediğim yoktu çünkü zaman gerçekten çok boldu.

Bu arada Vakıf paramız için hazırlıklar tamamlanmış, merkeze gidip dokumanları imzalamaktan başka yapacak birşeyimiz kalmamıştı. Vakfın merkezi Bağlarbaşında olup benim evime çok yakındı. Aynı dönemde işten ayrıldığımız yöneticim, ben ve bölüm arkadaşım 15 Kasım günü buluşmaya ve vakfa birlikte gitmeye karar verdik hem bu yakada (İstanbul-Anadolu) onlara ben rehberlik edecektim. Nedense ogün içimden geldi ve sanki bir iş görüşmesine ya da işe gider gibi giyinmeyi istemiştim. Saçlarım yine fönlüydü ve makyaj yapmıştım, üzerime de kot yerine kumaş pantolon, gömlek ve hırka, çok spor olmayan bir ayakkabı ve deri pardösümü giymeyi uygun bulmuştum. Sabah saat 10.00 gibi Bağlarbaşı’nda buluştuk, vakfa gittik. Ne sakin bir işyeriydi, ortam bana birden çok uzaklarda geldi, insanlar sakin ve rahat çalışıyorlardı ve biz birazdan keyif çatmaya gidecekken onlar akşama kadar bu sessiz, sakin ofiste çalışmak zorunda kalacaklardı. İşlemler tamamlandı en son ibranemelerimizi imzalayıp makbuzlarımızı aldık. Toplu paramızın ne zaman hesabımıza yatacağı konusunda bilgiyi de alınca oradan çıktık. Artık biryerlerde oturup işsizliğe adım attığımız dönemdeki ilk buluşmamızın zevkini yaşamalı bol bol dedikodu yapmalıydık.

Hemen bir taksi ile Koşuyolu parkına geldik, parkın etrafı son derece şık kafe’lerle dolu olduğundan benim önerim bu şekilde olmuştu, hem mahallemi onlara iyi tanıtmalıydım. Oraya varışımız öğlen yemeği saatlerine denk gelmişti ve bütün kafeler tıklım tıklım doluydu. Hepsi civarda çalışan ve öğlen tatilinde buralara gelen insanlardı. Kısacası herkes “çalışan” bir insandı. Biz de kendimize bir yer bulup oturduk. Yemeklerimizi söyledik, oturduğumuz yer kış bahçesi tarafında ve ağaçlar altın yapraklarını henüz tam dökmemiş olduğundan manzaramız enfesti. Menüde fiyatlar oldukça kabarık olmasına rağmen biz yine ilk ay avansımızı kullanıp fiyatlarına fazla dikkat etmeden tercihlerimizi yaptık. Onbeş dakika içinde yemeklerimiz geldi, hiç acele etmiyorduk hatta “ne diye bu kadar çabuk gelmişti ki yemekler” ve bizim öyle hemen kalkmaya niyetimiz yoktu, yavaş yavaş yemeklerimizi yedik. Bu arada ev sahibi olduğumdan biraz tedirgindim ama ortam ve yemekler beğenilince oldukça rahatladım. Ardından tatlı faslına geçildi. Bu arada öğle tatili bitmiş kafe boşalmıştı, çay, kahve ve hatta kafede yer değişikliği derken akşamı etmiştik. Neyseki bize dokunan da olmamıştı. Ogünü çok güzel geçirdik, hesabımız yine hatırı sayılır bir rakamdı ama ödedik. Bir dahaki sefere daha ucuz bir yerde buluşmaya söz verdik. İşsizdik ve ekonomik yaşamalıydık ama sadece ben değil hepimiz bu ay için bu tip planlamaları ertelemiştik.

Paramız tıpkı ilk fazdaki gibi yine Cuma günü bankaya yattı, yine banka sisteminin canlı kullanıma tam geçirilememesi nedeniyle paramı zamanında kendi bankama aktaramadım ve yine 3 günlük faizi kaybettim. Bu ikinci oluyordu, bu kayıplar artık gözüme batıyordu. İşte tam bu sırada diş problemlerim oldu, hay aksi şeytan dedim ama bir yerde de iyi oldu, bir şekilde bu tip beklenmedik harcamalar için ihtiyat tutmalıydım. Kredi kartı çözüm değildi zira kredi kartlarını hayatımdan çıkartmalıydım. Geliri olmayan biri için taksitlendirmenin ne manası olabilirdi ki. Diş meselesine geri dönecek olursak iki dolgu ve temizleme bana tam 270YTL’ye mal olmuştu. Durduk yerde 270YTL. Bu para benim ileriki aylarda aylık harcamamın yarısına denk gelen yüksek bir miktardı. Ama şimdi farkında değildim.

Artık bilgisayarsız yapamıyordum, parasal anlamda da herşey tamam olduğundan bütçemi oluşturmalıydım, dizüstü bilgisayar ve aksesuarları için (kablosuz modem vs) 2000YTL ayırdım ve bu işlerden çok iyi anlayan arkadaşımı aradım. Öncelikle artık çalışmadığımı, mümkün olduğunca ekonomik koşullarda bir dizüstü bilgisayar sahibi olmak istediğimi, paramın miktarını kendisine ilettim. Bu tam on dakikalık bir cep telefonu görüşmesiydi. Esas itibariyle cep telefonumla bu kadar uzun görüşmeler de yapmamalıydım ama hangi birini yapacaktım ki? Onu yapma bunu yapma! Düşünsel olarak bu beni şimdiden yormaya başlamıştı.

Otomatik pilottan bir türlü kurtulamıyordum, iradeli ve kontrollu yaşamı belleyememiştim. Sonraki zamanlarda bu öyle güzel yerleştiki bünyeme, bugün gereksiz tek kuruşluk harcamam ve fütursuz hovardalıklarım hiç mi hiç kalmadı. Hatta arada sırada “yeter yahu bu sefer bakmıyorum önüne ardına” deme zamanlarım oluyor, ikramiye gibi yaşam parçacıkları armağan ediyorum kendime. Sorumsuzluğum bile belli bir sorumluluk dahilinde gerçekleşiyor. Kısacası bugünkü tecrübem olsa hayatta 2000YTL parayı bilgisayar donanımıma yatırmam o işi en fazla 1200-1300YTL’ye halledebilirdim. Acemilik işte.

Kasım’ın 18’i Cumartesi günü arkadaşımın oğlu oldu, bebek bir ay önce gelmişti, güzel ve sevindirici bir haberdi, hastaneye gitmem ona çiçekler göndermem bebeğe hediyeler almam lazımdı. Ama birden bu bana büyük bir mali yük olarak göründü, ne kadar utanç verici bir durumdu, canımdan çok sevdiğim insanların mutluluklarına armağanlarımla katılamıyordum, ama gerçekten yapmam olanaksızdı. Buna benzer daha çok kereler üzüntü yaşadım ama çarem yoktu. Herşeye rağmen bebek için küçük hediyeler aldım ve götürdüm. Bunlar bana yakışan benim hayal ettiğim hediyeler değildi ama kabullenmek zorundaydım. Kabullendim de! Günümüzde hiçbir işe yaramayan ipe sapa gelmez ıncık bıncık şeylerin armağan edilme trafiğinin yarattığı yükü gördükçe bu olguya hizmet etmemek adına kendimi iyi terbiye ettiğimi düşünüyorum. Herkes böyle yapmalı, dünyamız hediye çöpleri ile doldu, bu saçmalıktan vazgeçmeliyiz. Her önüme gelene de bunu anlatmayı görev bildim sonrasında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder