28 Ekim 2010 Perşembe

Ve Sonrası (11. Bölüm)

Bu yığın gözümü korkuttu, hatta ibret olsun diye herkese göstermeyi de çok isterdim doğrusu. Abartısız 80 tane çorabım vardı. Pantolonlarımın sayısı da 50’yi geçiyordu, bluzlar her modelin üç renginden ibaret olup tepe tepeydi. Paketleri açılmamış renkli veya beyaz, beşlik ambalajlarında külotlar, gecelikler, asla giyme ihtiyacım olmayan penye şortlar, pijama takımları (ki pijamadan nefret ederim ve tatiller dışında katiyen giymem), anlamsız paçavralar, dizi diziydi.

Yine ince, naylon, desenli, dikişli, renkli, muhtelif kalınlık ya da incelik derecelerinde paket paket  çoraplar çekmeceler dolusu idi.  Kırk yılda bir etek giyince lazım olacak, olunca da nasılsa en yakın mağazadan temin edilebilecek bu çorapları niye stoklamıştım? Poşetler is kapmış, kirlenmiş ve çoraplar çürümüştü. Pantolon giymeyi ilke edinmiş birinin ne işi olurdu bu çoraplarla.

Bu düşman ordusunu temizleyemeyeceğim korkusuna kapıldım, dört koldan saldırı halindeydiler. İçimdeki azgın canavar dışarı çıkmış, karşıma dikilmiş beni pis bir tavırla izliyordu sanki. Bu yığınların arasına karışmış yenileri tekrar bir kenara ayırdım. Yılmadan çalıştım ve sonunda bu çöp dağını tamamıyla ayıkladım. Hiç değilse eskilerden kurtulmuş yenilerle başbaşa kalmıştım. Hoş o yenileri dahi giyecek yerim yoktu ama ilk fırsatta sıra onlara gelmeli, bir kerecik dahi olsa sırtıma giyildikten sonra yerlerini bulmalıydılar.

O koca tepeyi torbalara yerleştirdim, hepsini sağa sola dağıttım. Hatta bazılarını çöp toplama kutularının köşesine astım. Gelen geçen çöp toplayıcılar nasiplenir diye. İlk beş dakika içinde yok oldular, bundan sonra zaten vereceğim her eşyam için aynı yöntemi kullandım. Hepsi torbayla temiz pak bir şekilde çöp kutusunun kenarına asılıyorlardı. Bu durum benim aklımı başıma biraz daha getirdi. Laf olsun diye ya da oyalanmak için harcama yapmış, binbir zorlukla çalışarak kazandığım paralarımı hep sokağa atmıştım. Nasıl manyakça bir savurganlık içine girmiştim ve niye farkında değildim. Ortalıkta öyle ucuz ve kullanışlı şeyler varken bunlara para gömmüş şimdi ise sokağa atılmayı bekleyen bir çöpe sahip olmuştum. Hala kredi kartımın aylık ödemelerinde bir azalma olmuyordu. İşte nedeni buydu. Gereksiz yere para harcamak, ihtiyacım olmadığı halde evi bu paçavralarla doldurmak. Şimdi bunları etiketlerinde yazanın dörtte biri fiyata satabilsem, ya da ödediğim paraların bana dörtte birini geri verseler dünyalar benim olurdu. Sanırım yekun beni iki ay geçinderecek miktarı bulurdu.

Asıl büyük kıyım ağır takılanlara olacaktı ama o an cesaret edemedim. Sadece tespitler yaptım. Hem daha iş görüşmelerine gidiyordum ve her an yeni bir işim olabilirdi. Yün ceketler, ceket-etek-pantolon üçlemeleri, bunların içine giyilen abiye gömlekler, dolu, dolu, doluydu.

Fermuarlı elbise torbalarını her açtığımda tüm unutulmuşlar üstüme atlıyorlardı, evet unuttuklarım da vardı, hatta onlarla sarmaş dolaş oldum, unutmuş olmama hayıflandım, oysa geçen yaz katılacağım bir akşam yemeğinde giyecek şey bulamamıştım. Halbuki torbadan fırlayan beyaz ceketim ne kadar uygun ve şık olurdu. O fırsatı değerlendirememiş, yine hep giydiğim şeylerden birini sırtıma geçirmiştim. Güzelim ceketim, kodesinde hapis, öylece kalmıştı.

Ben bir de bunlara dünyalar kadar temizletme paraları vermiştim. Temizletme olayı, çalışan insan için en önemli gider kalemlerinden biridir. Pantolon, ceket ve etekler genelde temizletilir. Beş pantolon temizletme bir yeni pantolon eder.

Bu kalantor giysi yığının içinde işime en yarayacak olanlar, deri veya güderi ceketlerdi. İşte onlar evladiyelik olup hayatımın her döneminde, gençlik, yaşlılık, çalışan ya da işsiz olma durumunda hep giyilebilir şeylerdi.

3 ay geçmesine rağmen canım hiç sıkılmıyordu. Hergün mutlaka yapacak birşey buluyordum, zaman o kadar boldu ki, bir yere giderken de yolun büyük kısmını yürüyerek kat ettiğimden hem zamanı harcayabiliyor, hem sporumu yapmış hem de yol parası ödememiş oluyordum. Bu program iyice oturmuştu artık yaşamımda. 1,5 saat önceden evden çıkmak, yürümek, merkezi noktaya bağlanarak oradan otobüs, vapur ya da tramvaya binmek güzeldi.

O sıralar çağrıldığım görüşmelere de gidiyordum. Bu yerlerden biri Gebze Organize Sanayi Bölgesinde, yurtdışı merkezli ünlü bir firmaydı. Firmayı çok beğenmiştim. Çalışma saatleri, şekli Avrupa standartlarına göre belirlenmişti. Fransız menşeli bu şirketin Ermeni kökenli dünya tatlısı genel müdürü ile son derece güzel bir görüşmem olmuştu. İş tanımı, en fazla 30 yaşında ve 3-5 yıllık bir mühendisin yapacağı cinstendi, benim gibi 17 yıllık deneyimi olan yaşını başını almış bir hatunla İK yöneticisini görüştürmenin ötesine geçmişler Genel Müdürle de görüşmemi sağlamışlardı. Bilmiyorum belki de başka pozisyonlar için bakmışlardı bana. Bu firma için tek kusurum Fransızca bilmiyor olmamdı, çünkü Fransızca mutlak şarttı. Kısacası yine iki beden bol gelmiştim, uygun üst pozisyonlar için de kusurlarım bana engel olmuştu. Bu kusurlarımın en başlıcası; yöneticilik deneyimimin olmamasıydı. Mükemmeldim, mükemmel işlerde, projelerde çalışmıştım, inisiyatif kullanabilmeyi başarmış, yöneticilerle denk sorumluluklar almıştım. Ama bunlar geçip gitmişti, onca yıl bir unvanım olup da bunu geçmişime yazamamıştım. Eh bu da büyük bir kusurdu İnsan Kaynakları gözünde. Haklıydılar, aptal olan bendim, beceriksizdim ve ne yapıp edip bu konuyu halletmiş olmalıydım. O an emeklerimin nasıl heba olduğunu, amatör zihniyetim, dürüstlüğüm, saygım ve sevgim nedeniyle kariyerimi düşünmediğimi anladım. Pişman ve üzgün değilim, bunu bir onur olarak taşıyorum. Erdemlerim ve yaşam anlayışım bana başka türlüsünü sağlayamazdı zaten. Ancak bu durumda iş konusunda fazla heveslenmemeli, yükseklerde uçmaktan vazgeçmeliydim.

Bu esnada yeni bir randevuya daha gittim. 15 Ocak’ta ilk görüşmemi yaptım ve beklemeye alındım. Kabul edilme olasılığım yüksekti, 10 gün sonra ikinci görüşmemi de yaptım ama başlama tarihim bir türlü kesinleşememişti. Ben de beklemeye başladım. Biraz ambale olmuştum, pek alışkın değildim bu tip görüşmelere. Olayı iyi yönetemiyordum, bir de kaçıracağım balığın en büyüğün olmasından korkuyordum. “Seçersin seçersin ama en iyisini seçemezsin ya” en korktuğum şeydi, bir hayal kırıklığını kaldıracak hiç halim yoktu.

O aralar tamamen hayalimde olan bir firma için araştırmalar da yapmıştım. Kariyer sitelerinde sürekli aynı ilanı olan ama bir türlü pozisyonu kapatmayan bu şirketin ortaklarından biri benim anne tarafımdan akrabamız idi. Bu bağlantıyı kullanarak burnumu buraya nasıl sokabilirim şeytanlıkları için epeyce enerji sarf ediyordum. İşe girerken bu tip torpilleri uygulamakta sakınca yoktu, zira ben torpilli girer ama en torpilsiz koşullarda eşek gibi çalışan dürüst bir insandım. Benimkisi pembe torpillerdi. Karşılığını ödemeyi nasılsa iyi biliyordum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder