27 Ekim 2010 Çarşamba

Ve Sonrası (9. Bölüm)

Evet artık yeni yıla girmiştik. Ben bir türlü tam tutturamadığım gelir-gider durumumu Ocak ayının başlamasıyla toparlamalıydım. Toplu paramı üç aylık dönemler halinde vadeli mevduat hesabına yatırmış, her aylık dilimler için de taksit, kredi ödemeleri ve aylık sabit harcamalarımı hesapladıktan sonra kendime sanki maaş alıyormuş gibi belirli miktarlar ayırmıştım. Bu miktarı ay başında başka hesaba çekiyor ve bütün harcamalarımı o hesabın içinden yapıyordum. Meblağ büyüktü. Ev kredisi borcu benim hesaplarımı alt üst ediyor, bu ödeme nedeniyle ana param kar gibi eridiğinden diğer gider kalmeleri için kendimi planlayacak enerjim kalmıyordu. Kredi borcumu mutlaka kapatmalıydım, ilk hedefim bu olmalıydı. Bu yüzden eski işyerime yakın bir yerde aldığım ama inşaatı 10 yıl sürdüğünden bir türlü taşınamadığım, birçok şeyi henüz pek eksik olan evimi bir an önce satmalıydım, bunun satış fiyatı benim kredi borcumu tamamen kapatacak, faiz ödemesinden büyük ölçüde kurtulacaktım. Kredi düzenli geliri olanlar için anlam taşıyan bir araç, onun dışında kredi ile yaşamak büyük hata.

Bu durum değerlendirmeleri kapsamında kendimi de oyalayacak şeylere ihtiyacım vardı. Hobi kursum bitmişti, hem zaten giderek de masraflı olmaya başlamıştı, her kurs çıkışında Cihangir’deki pub.lara takılmak beni maddi açıdan yoruyordu. Yemek olayından vazgeçmiştim ama otururken hiç değilse bira içmek ve bu biraya da 6 ile 8YTL arasında para ödemek benim için hayli yüklüydü. 2 bira 12YTL, iki gün üstü üste olunca 24 YTL ediyordu. Ayrıntıda gözden kaçan bu harcamalar toplamda keseyi zorluyordu. Evet zorluyordu ama bu kursta olağanüstü güzel zaman geçirdiğimi de inkar edemeyeceğim. Çok tatlı insanlarla tanıştım ve hepsiyle çok güzel zamanlarım oldu. Masraflıydı ama kurs çıkışı yaptığımız oturumlar inanılmaz keyifliydi. Cihangir, Akarsu Caddesi ve her gün birkaç ünlü ağırlayan kafe ve publarda oturmak, rüya aleminde sürtmek gibi bir şeydi. Tadına doyum olmuyordu. Keşke para debimin yüksek olduğu sezonlarda buraları mesken tutsaydım da her tadından bir lokma alarak canına okusaydım. Şans işte ya da kısmet meselesi. Her şeye rağmen tam 3 ay boyunca hakkından gelmiştim ve sonunda kurs tamamen bitmişti.

Oyalanmanın en iyi yöntemi el işleri yapmaktır. Ben yine promosyon sepetlerine döndüm ve ucuza çok güzel yünler aldım.
Renkleri harikaydı, benim çok sevdiğim sonbahar renklerinden oluşan kırçıllı ve muhteşem bir yündü. Hemen örmeye başladım, aylık olağan buluşmalarımıza yetiştirmem gerekliydi tasarladığım hırkamı. Bütün gün tıkır tıkır örüyordum, kalan zamanlarda bilgisayarımın başında ya mailleşiyor ya da internette geziniyordum. İstanbul dışında yaşayan ve sohbetinden büyük zevk aldığım, hatta harika paylaşımlarımız olan sanal arkadaşlarım olmuştu. Onlarla mutlaka selamlaşıyor bir iki sözcük de olsa haberleşiyordum gün içinde.  Özellikle kültür-sanat bilgilerini aldığım sitelerde tiyatro, sergi, konser gibi aktiviteleri görünce biraz yüreğim sızlasa da internette dolaşmak ve katılamadığım etkinliklerle ilgili haberleri okumak bile bana keyif veriyordu. Yapılacak pek çok şey vardı ve maalesef maliyeti çok fazlaydı. Sinema bile oldukça pahallıydı. Sabah seanslarına takılmalıydım ama filmlerin bana eskisi kadar keyif vermediğini, sıkıldığımı hissetmiştim, yine de birkaç defa sabah seanslarına gittim. O zamanlarda 12YTL.lik bilet 8YTL.ye iniyordu, giderken yürümeyi dönüşte de otobüse binmeyi tercih edersem toplamda yuvarlak hesap 10YTL ile bu işi bitiriyordum. Bu oldukça ucuz bir faaliyetti ama ben bunu sonraları daha da ucuza indirdim. Hiç sinemaya gitmeyerek bu masraf kalemini ortadan kaldırdım. Allah’a şükür ki Hollywood iflah olmaz bir konu sıkıntısının pençesine düşmüştü ve filmler bir şeye benzemiyordu. Ayrıca da en geç 2 yıl içinde televizyonda gösteriliyordu. Zira bunu anlamıştım çünkü ne zaman film izlemek için televizyonun karşısına geçsem 1-2 yıl önce sinema salonlarında izlediklerimden birisine denk geliyordum. İleriki zamanlarda televizyonda izleyecek bir film bulmak için şimdiki zamanlarda sinemaya gitmemek en büyük çözümdü, hem param cebimde kalacaktı hem de zamanı geldiğinde “tekrar filmi” değil, “ilk gösterim filmi” izleyecektim. Bir taşla iki kuş vurmaktı bu ve bedavaydı.

O arada hırkamı bitirmiştim. Annemle Akmerkez’in yakınında oturan akrabalarımıza güne gidecektik. Açıkçası çalıştığım zamanlarda bu akrabalarımızın günlerine gidemediğime çok hayıflanırdım. Havalara zıpladım günün olacağını duyunca. Hem bir gün de olsa kendime oyalanacak bir faaliyet bulmuştum. Havalar o sıralarda çok soğuktu, açıkçası 2007 kışının sadece 3-4 gün süren en soğuk günleriydi, zaten ondan sonra da bir daha soğukla yüzleşmedik. Ben yeni bitirdiğim hırkamı giydim ve bir ev kadını gibi süslendim. Takılar, fularlar, makyaj hepsi tamamdı. Annemle çıktık, doğruca Üsküdar’a indik, motorla Beşiktaş’a geçtik, annem taksiye yönlendi. O’nu hemen durdurdum, bu aşamada yolumuza bedava devam edebilecektik, taksiye binmek de nereden çıkmıştı. Annemi duraklara sürükledim, oradan 58’li numaralardan birine binip Akmerkez’in hemen önünde inecektik. Boş ve tertemiz bir otobüs geldi, kendimizi hemen otobüse attık ve yanyana oturduk. Annem yolculuğun bu kısmına bayılmıştı. 15-20 dakikada Akmerkez’e gelmiş, inip 3 dakika yürüdükten sonra da gideceğimiz yere varmıştık. Herkes oradaydı, sofra kurulmuş, servis çoktan başlamıştı. Birsürü yiyecek, börekler, salatalar, tatlılar; dizim dizimdi. Herkes ayağa kalktı öpüşmeler, tokalaşmalar faslından sonra biz biraz geçe kaldığımızdan önce oturma tarafına sonra masa tarafına geçtik. Ben zaten çayı çok severim, yardımcı bayan bana fincan fincan çay taşırken ben de keyifle tabağıma doldurduklarımı yiyordum. Doldurmuştum ama aslında o kadar da yiyemiyordum. Çalışma yaşamındaki yemek düzensizliği, metabolizmamın bundan dolayı ciddi yıpranma yaşaması, genelde toplu yemek olaylarına tümleştirilen sağlıksız yöntemler beni bir garip yapmıştı. Zorladım ve herşeyden yedim, ancak tatlılara geldiğimde küçücük bir parçayla yetinmek zorunda kaldım. Hemencecik doymuştum. O gün tatlı muhabbetler ile akşamı etmiştik. Saat 17.00 olmadan çıkmamızın doğru olacağına annemi ikna ettiğimden zamanı gelince kalktık. Trafik sıkışıp da bizim gibi keyfi gezenlerin, “çalışanların zorunlu eve dönüş saatlerini meşgul etmemesi gerektiği” gibi bir ilkeye sahip olduğumdan kendimle ters düşmemeliydim. Annemle birlikte çıktık, yanımızda başkasının olmamasına dikkat ettik, zira yine belediye otobüsü ile Beşiktaş’a inmeyi ve motorla karşıya geçmeyi planlamıştık. Planımızı yaptık da. Üsküdar’a geldiğimizde annem duruma müdahale etti, artık taksiye binmemiz gerektiğini söyledi, ben de kendisine uydum, bugün için hele ki bu soğuk havada yaşı 60’ı geçmiş anneme daha fazla eziyet etmemeliydim, denileni yaptım ve ilk taksiye kendimizi atarak vakitlice evimize ulaştık.

Saçlarım uzamış ve boyanma zamanı gelmişti. Ocak ayını da yarılamıştık, düşündüm periyodu biraz uzatabilirdim. Nasılsa hergün insan içine karışmıyordum, önümdeki iki hafta içinde olası bir faaliyet yoktu, kış mevsimindeydik, zaten sokakta bere ile dolaşıyordum, beyazlarım 1cm.i geçebilir ama ben bu şekilde aybaşına kadar idare edebilirdim. İdare ettim de.  Ayın son günü kuaförüme gittim. Önce saçımı doğal renginde koyu kumral, kahverengi olarak tamamen boyatmak istediğimi söyledim. Ayrıca 25YTL tutan bakımı da yaptırmayacağımı zaten bir faydasını görmediğimi belirttim. Ogün saçlarım koyu doğal bir renge boyandı, bahşişler de dahil 50YTL’ye çıktım. Geçmiş dönemlere göre epeyce hafif bir miktardı ama yine de benim için çok fazlaydı, ayda 50YTL senede 600YTL ederdi ki ben bu parayla yazın tatil bile yapabilirdim. O gün benim kuaföre son gidişim oldu, saçlarımı boyatmamaya karar verdim. Ne yapıp edecek artık yarı beyazlamış olan saçlarıma geçişi, hazır çalışmadığım bu dönemde başaracaktım. 1 Şubat benim bu yolda yaptığım 6 aylık mücadelenin başlangıç tarihiydi. 6 ayın sonunda yenik düştüm, çünkü belime kadar uzanan saçlarımı kesmeye kıyamıyordum, tamamen beyaza geçmek için saçları kısacık kestirmek gerekirdi ama yine de bir deneme yaptım. Aylar itibariyle uzamış 3-4cm.lik beyaz saçlarımı saç bantları ile gizlemeye çalıştım ama kesim gerçekleşmediği için ne yazık ki geçişi tamamlayamadım. Boyama işini de 10-12YTL civarındaki şampuan boyalarla kendim hallettim. Hiç değilse bu yolla epeyce tasarruf edebilecektim.

Yeni yılın bu ilk ayında bir yandan iş görüşmeleri yaparken diğer yandan da sürekli yeni başvuru yapıyordum. Sonradan aklıma geldiği için Sigorta sektöründe de bir takım pozisyonlara form göndermeye başladım. Çalışma yaşamımın ilk 5 yılı sigorta sektöründe geçmişti ve oldukça deneyimli idim. Hatta sektörde şeflik, yönetmenlik, müdür yardımcılığı gibi unvanlarla çalışmıştım. Belki bu camiada yine üst pozisyonlarda iş bulmam söz konusu olabilirdi. İki görüşmeye çağırıldım. Bunlardan biri aracı firma idi ve asıl firmayla doğrudan görüşmem olamadı bile. Diğerinde ise benimle görüşen, işe alındığım takdirde altında çalışacağım yönetici kızdı ya da kız çocuğuydu. Ben Sigorta sektöründe at koşturduğum yıllarda lise öğrencisi bile olmayan bu küçük kız, karşıma geçmiş beni sorguluyor ve değerlendiriyordu. Aslında görüşmeyi boşu boşuna uzatmıştık, o beni gördüğü an değerlendirme bitmişti.  Bu anların komikliğini sonradan tüm çevreme anlattım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder