25 Ekim 2010 Pazartesi

Ve Sonrası (6.Bölüm)

Aralık ayı gelmişti. Kış bir türlü gelmiyordu ama Aralık’ı bulmuştuk. Bu arada internet için ADSL hattım açılmış, bütün kurulumlarım tamamlanmıştı. Artık internetim vardı ve dış dünyaya açılabilirdim. Hemen kariyer sitelerine girip CV doldurdum, kayıtlarımı gerçekleştirdim, yüzlerce seçeneğin içinden tarayarak iş başvuruları yaptım. İş başvurularında tanımlananlar ne kadar da bana uygun şeylerdi böyle, hemen iş bulurdum buna emindim. Daha sonraları iş tanımlarının hep basmakalıp şıklardan oluştuğunu, kopyalanarak çoğaldığını, arayanların gerçek durumlarını veya ihtiyaçlarını tam yansıtmadığını anlamam uzun sürmedi. Hep aynı laflar tekrarlanıyordu nedense ve benim yüzdeyüz örtüştüğüm ya da öyle sandığım birçok yerden geri dönüş olmuyordu. Aralık ayı başında gelen cep telefonu faturam da ayrı yıkım olmuştu zira artık ceple konuşma yapmamam şarttı. Konuşmalar mümkün olduğunca kısa tutulmalı ve ihtiyaç dışı olmamalıydı.

Yine o zamana dek elimi sürmediğim, ne olduğunu bile bilmediğim msn dünyasına da giriş yaptım. Bayıldım msn.e bütün gün orada birileri ile sohbet yazışmasında bulunmak beni dört köşe yapmıştı. Başımı kaldıramıyordum klavyeden. Zaman büyük bir keyifle geçiyordu hatta o sıralar hesabım olduğu halde facebook akımına henüz kapılmamıştım. Hele eş zamanlı olarak facebook’ta da zaman harcasam günlük gereksinimlerimi karşılayacak zamanı dahi bulamayacaktım ki bu da çalışmadan geçen günlerin hiç sıkıcı olmadığı inancımı iyice perçinleyebilirdi. Her zaman olduğu gibi iletişim ve ağ evrenine yine feci bir gecikme ile dahil olmuştum, öte yandan bu gecikme açıkçası hayrıma idi.

Aralık ayının ortasına doğru eski işyerimden bir grup arkadaşım haftasonu kahvaltı aktivitesi yapmamızı istedi, hemen kabul ettim, onları göreceğim için çok mutluydum. Yalnız önerilen yerler hep çok pahalı yerlerdi, ben ise kahvaltıda yediğim bir dilim beyaz peynir ve on adet zeytin için 40-50YTL vermeyi hayal bile edemiyordum. Bunu nasıl söylemeli nasıl hissettirmeliyidim dostlarıma. Açıkçası bana ilk zamanlar bu tip geribeslemeler vermek çok utandırıcı ve üzücü geliyordu, sonraları ise doğal olmaya başladı, hatta bütün dünyayı kendi peşimden sürükleyecek kadar kudretli ve rahat olmaya başladım bu konuda. İlk o zaman yüzüm kızararak çok pahalı bir yer olmamasını rica ettim kendilerinden. Sağolsunlar kabul buyurdular.

Haftabaşı, sepete düşmüş ve bu nedenle yüzde elli tenzilat yapılmış yünler almıştım, o yünlerden de kendime süeter örmeye başlamıştım, ilk işim onu bitirmek ve kahvaltıya yetiştirmek oldu. Arkadaşlarıma evde boş oturmadığımı ne zevkli şeylerle uğraştığımı göstermek derdindeydim.

O gün süeterimi giydim, bir gün önce saçlarıma fön çektirmiştim ve zamanım bol olduğu için koyu renk ojeler sürmüştüm. Koyu renk oje iki kat sürülüp kuruması da zaman aldığı için çalıştığım dönemlerde tercih ettiğim bir tür değildi hep renksiz ve tek kat sürerdim ya da parlatıcı kullanırdım. Ertesi gün erkenden kalktım, hazırlandım, makyaj yaptım, süslendim ve evden çıktım. Arabayla gitmeyecektim, mekanımız Boğaziçi Üniversitesi’nin oradaydı. Beşiktaş’a geçip otobüsle devam edecek kalan yolu ise yürüyecektim.  Bu bana sadece 1,25YTL ye mal olacak bir yolculuktu. Aynen planladığım gibi yaptım ve mekana ulaştım. Sanırım çok erken gelmiştim, henüz yollara alışık değildim ve zamanlamayı beceremiyor geç kalmaktan korktuğum için de erkenden gideceğim yere varıyordum. Bunu da halledebilirdim, tecrübem gittikçe artıyordu. Arkadaşlarımla buluştum, nefis bir gün geçirdim, hepsi benim çok iyi göründüğümü ve zayıfladığımı söylediler. Günlük yürüyüşlerimin böyle bir etkisi olmuştu, kilom değişmediği halde vucudum toparlanmış gayet sağlıklı bir görünüm sergiler hale gelmiştim. Sabahları çok erken kalkmamak, bodrum katındaki ofisin oksijensizliğinden kurtulmuş olmak yüzüme renk getirdiğinden, gözaltı morluklarım ise hiç kalmadığından gözlerinde parlamıştım onların. Memnun olmuştum açıkçası. O gün akşama kadar çoluk çocuk harika zaman geçirmiştik, keyfim yerindeydi ve mutluydum. Bu mutluluğum kişi başına 30YTL gelen hesapla iki kat artmıştı, o ana kadar içimi kemiren ödeme miktarı istediğim sınırlardaydı. Kahvaltı için bu miktar bugün bana oldukça fahiş geliyor, ne kadar göreceli bir şey bu para denen mahluk.

Bu dönemde ayrıldığım işyerinin çok eski çalışanlarının yemek organizasyonu yaptığı bilgisi bana ulaştı. Meğer türlü türlü sebeplerle ayrılanlar uzun zamandır bu tip bir aktivite düzenliyorlarmış, ben de bir ayrılan konumuna düştüğümden bir şekilde haberim oldu. Gitmeyi çok arzu ettim ve gittim. İşte bir yemek organizasyonu ve işte bir masraf kalemi daha. Böyle giderse çalıştığım zamanlardan çok daha fazla harcamam olmaya başlayacaktı. Zira çalışırken birçok kereler katılmadığın ya da bir bahane ile red ettiğin bir sürü program işin gücün yokken çok cazip görünmeye başlıyor insana. Sosyal olmanın başka yolu kalmadığından ve ilk günler eski arkadaşlarına büyük bir özlem duyduğundan hep gitmek, katılmak istiyorsun. Bu yemeği de ekonomik çerçevede halletmeliydim. Yemek Gayrettepe’de Divan’da idi. Karar verdim, öncelikle arabamla gitmeyecektim, toplu taşıma araçları ne güne duruyordu ki, her zamanki gibi belediye otobüsleri ile Gayrettepe’deki yere geldim. Akşam çıkışta da birine takılıp Taksim veya Beşiktaş’a kendimi atardım nasılsa. Yemek güzel geçti. Çok çok eskilerle karşılaştım orada. Herkes bir şekilde birbirini bulmuş, dışarıda yeni yeni işler yapmaya başlamıştı. Bu insanlarla ilişkiyi kopartmamak, “işte biz de artık açığa çıktık” görüntüsünü oluşturmak yararlı olabilirdi. Çalışırken beni yere göğe koyamazlardı bu insanlar, işte ben bomboş karşılarındaydım, mutlaka bir tanesi beni kendi oluşumlarında düşünebilirdi. O gece konuşuldu, dedikodular yapıldı, gülündü eğlenildi, çıkışta resimler çekildi. Ve gece bitti. Gece bittiği gibi hayaller ve beklentiler de bitti.

Kimsenin eski arkadaşları ile bir işi kalmamıştı, bunu anlamam çok uzun sürmedi. “Aslansın”, “kaplansın”, “sen başarırsın”, “bulunmaz Hint kumaşısın”, “Sen olmadan olmaz” replikleri kendi işlerini gördürürken geçerliydi insanların. İhtiyaç ortadan kalkınca anı olmaktan öteye geçemiyorsun, çıkarlar bittiği gün ilişkiler de bitiyor. Bu gerçek; hayatımın kırkıncı yılına vardığım günlerde kendini bana gösterdi. Meğer kimse kimsenin umurunda değilmiş, şimdi açıkçası benim de umurumda değil, çok az, iki üç insan dışında başkalarının yaşamları ile ilgilenmiyor kendimi uzak tutmaya çalışıyorum.

Gecenin sonunda dışarı çıktık, hava inanılmaz nemli ve puslu idi. Ben Taksim’e giden birine takıldım, başka bir programa bağlanacağımı uydurarak oraya gitmeyi ve beni meydanda bırakmasını istemiştim arkadaştan. Esas amacım Taksim’den 110 numaraya binmek ve Kadıköy’e dönmekti, işin doğrusu dönüşü 2,5YTL’ye mal etmekti. Kadıköy’e geldim ama baktım ki Acıbadem otobüslerinin son kalkış saati 21:45. Yani otobüs yok! Oysa aktarma sayesinde bedavaya binebilecektim. Çare yok minibüs duraklarına yürüdüm ve minibüse bindim, evime döndüm.

Bu böyle bakalım nereye kadar sürecekti, iş başvurularımdan elbet biri tutacak, ben de yeni yılda bir iş sahibi olacaktım. Bu arada kariyer sitelerindeki kayıtlarım çok yeni olmasına rağmen görüşmeye çağırılıyordum ama görüştüğüm firmalar ve pozisyonlar benim on, belki on beş yıl önce çalışabileceğim kapsam ve yetkinliklerle tanımlı oluyordu. Bol gelen bir giysi gibiydim, hep fazla hep fazla idi bende bazı şeyler.

Bu iş görüşmelerinden biri eski işimin bağlı olduğu Holding’e ait başka bir şirket ile olmuştu. Özgeçmişimi okudukları halde beni niye çağırdıklarını anlamamıştım ve zevk olsun diye görüşmeyi kabul etmiştim. Adamların derdi benimle görüşmekten ziyade o sıralar çalkantılar halinde olan eski şirketim ile ilgili dedikodu yapmak ve ağzımdan laf almaktı. Aldılar da. Ama ben neyi istediysem onları duydular. Bol esprili, kahkahalı, sıcak ama gerilimi yüksek bir görüşme sonrası el sıkıştık ve ben oradan çıktım. Ben söylemek istediklerimi fütursuzca orada söylemiş, gerekli merciler hakkında sansürsüz ve tamamen gerçek olan şeyleri dile getirmiştim. Hayatın ironisi, tam bir yıl sonra aynı yerde ve tamamen başka yollar üzerinden orada işe girecektim, o gün bu aklımdan bile geçmemişti ama yaşam sürprizlerle dolu idi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder