21 Ekim 2010 Perşembe

İlk Hafta (2.Bölüm)

Sabah güzel bir güne uyandım. Olaydan bir hafta önce bir hobi kursuna kayıt olmuştum ve bu ikinci haftamdı. Saat 13.00 gibi kurs başlıyordu ve ben Üsküdar üzerinden motorla Kabataş’a geçip kursa yürüyordum. Kahvaltımı yaptım, evde oyalandım, önceki akşam kapı önüne yığdığım torbaları odama taşıdım, içindeki bir sürü evrakı, dosyayı ve belgeyi tasnif edip halının üzerine yığdım. Bunlar için yer bulmam gerekiyordu. Aslında atılacaklardı ama hemen atmak yanlıştı, iyice bakmalı, gereksizleri belirlemeli, hem ayrıca ruhen de ayrılmaya hazır olunmalıydı. Hemen yatağımın bazasına baktım, orada müsait bir alan vardı, bazı eşyaları da sıkıştırmak suretiyle uygun yer açılabilirdi.  Bu kısmı hemencecik hallettim, bu yığını kafamda biraz ertelemiş, gözümün önünden de acilen çekmiştim. Babamla kahve içme zamanımız çoktan gelmişti, hayatımın en keyifli ve özgür kahvesini içtikten sonra evden fırladım ve kursa gitmek üzere yola çıktım.

Hava güneşli ve ılıktı, evden Altunizade’ye yürüyüp oradan Üsküdar otobüslerine binmeye karar verdim. Artık bir işim yoktu, zamanım boldu ve param kısıtlıydı. Artık AKBİL’imi doldurtup belediye otobüsleri ile dolaşmamın zamanı gelmişti. Yarım saat yürüdükten sonra Altunizade idim, ilk duraktan Üsküdar’a giden boş bir otobüse bindim, cam kenarına oturdum. On dakika sürdü sürmedi Üsküdar Meydanı’ndaydım. Otobüsten indim ve motor iskelesine yürüdüm, AKBİL’imi kullandım yine ama ücretsiz geçiş hakkı verdi bana motor iskelesinin turnikesi. Önce şaşırdım, meğer aktarmalı bilet uygulaması varmış, yani ilk binişten sonra ikincisi ilk 90 dakika içinde bedavaymış. Bunu öğrenince havaya uçtum. Desenize işsizken hayatımı ucuza yaşayabilmek için bütün sistemler zaten önceden kurulmuş da ben bilmiyormuşum. Sonraki aylarda tasarrufun ne denli önemli olduğunu, bu gibi uygulamaların yılmaz takipçisi olacağımı o zaman pek hissetmemiştim.  Hatta param olduğu halde bu şekilde yaşamanın çok daha doğru olduğunu, savurganlığın insanın başına gelecek en büyük felaket, en kötü alışkanlık olduğu bilincine varacağımı hayal bile edemezdim.

Motorda dışarıda oturdum, denizin hafif hafif salladığı motordan Kabataş, setüstü ve Cihangir ufkuna bakarken birden aklıma geldi; saatim yıllardır hep beş dakika ileriydi, hemen kolumdan çıkarttım ve saatimi ayarladım, zamanı tam zamanında yaşamalıydım artık, yaşama yalan söylemek, kandırmak gibi bir gailem olmamalıydı. Saatimi ayarladıktan sonra cep telefonumu çıkarttım ve çok sevdiğim bazı insanlara işsizliğe başladığım bu ilk günde yaptığım ilk şeyin saat ayarımı değiştirmek olduğunu kısa bir mesajla özetleyerek duyurmak oldu. Sanırım on kişiye kadar attım bu mesajı, çok tatlı cevaplar aldım, bazıları ise çok şaşırmıştı. Huzurlu ve mutlu oluşumaydı şaşkınlıklar.

Ogün öylesine geçti akşam yine motor, otobüs aktarmalarıyla eve döndüm. Gün Cumartesi ertesi ise Pazar, çalıştığım zamanlardan farklı olan birşey ise henüz yoktu. Ertesi gün yine kursum vardı. Kurstan çıkıp da eve döndükten sonra anladım ki; işe gitmeyeceğimi bilerek geçirdiğim Pazar, özellikle akşam saatleri çok keyifliydi benim için. Her zaman sabah 05.45 de kalktığım için gece yayımlanan filmleri, CNBC-e dizilerini izleyebilme şansım vardı artık. Ne kadar hasrettim televizyon izlemeye, ne kadar özlemim vardı geç saatlere kadar gerilmeden oturmaya, sabah kalkmayı düşünmeden yatak keyfi yapmaya, bir belgesele takılıp da saate bakmadan sonunu getirmeye. İnsan elinde olmayanlar için, yapamadıkları için ve uzak durduğu güzellikleri için ne büyük istek duymakta. Bu Pazar işte her şeyi yapmak adına sonsuz şansa sahiptim, bu Pazar benim en güzel Pazar günümdü. Ertesi gün ne giyeceğimi, temiz mi ütülü mü diye düşünmediğim, hatta banyo dahi yapmadığım, pis pis yattığım muhteşem işsiz Pazar.  Üstelik o gün zaten Cumhuriyet Bayramıydı, açıkçası kutlamalar benim için çift taraflıydı. O Pazar gecesi saat 02.00 de uyudum.

Pazartesi soğuk bir güne saat 7.30 da uyandım. Erken kalkmaya ayarlanmış bünyem Pazartesi günü geç vakte kadar uyumayı red etmişti. Bazı otomatikleşmeleri keşfediyordum kendimde. Sabahları uyanır uyanmaz nescafe içme alışkanlığım vardı, hemen mutfağa koştum ve nescafemi yaptım ama bu kez tuvalet, banyo, yatak odası ekseninde değil, salonda oturup içmekti tercihim hem de bir gün öncesine ait gazetelere göz gezdirerek. Bugün babamla erkek kardeşimin diş problemleri ile ilgili olarak hastaneye gidecektik ama babam hala uyuyordu, kahvemi içtikten sonra çayı ocağa koydum ve babamı uyandırdım. Her sabah yaptığı çay demleme işini bundan sonraki günlerde onlarca defa kendisinden çaldığım oldu. Nescafe meselesine gelince, doğal yaşam, doğal beslenme, rafine gıdaları hayatımdan çıkartma gibi ezelden beri ilgi alanıma giren ama uygulayamadığım bazı şeyleri yaşamıma geçirmemden sonra tümüyle hayatımdan çıktı, artık değil nescafe, işlenmiş, doğal olmayan hiçbir kimyasal yiyecek ve içecek benim semtime uğrayamamakta.

Saat 10.00 gibi evden çıktık, sicim gibi yağmur yağıyordu ve biz Yıldız’daki diş hastanesine gittik. Kadıköy’den belediye otobüsüne binip karşıya geçtik, hastaneye ulaşımımız yağmura rağmen güç olmamıştı. Orada detay bilgileri alıp çıktık. Yağmur devam ediyordu ama hava epeyce yumuşamıştı, babamın önerisiyle Yıldız’dan Beşiktaş’a yürüdük, o arada hastanenin uygun olmadığı kararını da almıştık. İskeleden motora binip Üsküdar üzerinden eve döndük. Erkek kardeşimin diş problemi acilen halledilmeliydi ve kendisi zeka engelli olduğundan bu iş için çok iyi bir organizasyon ve özel muameleler ayarlanmalıydı. Bunu ancak ben yapabilirdim ve yıllarboyu işten izin almam gerektiğinden yapamamıştım, zavallı dişetine gömük çürük bir diş ile yıllarca yaşamak zorunda kalmıştı, eğer işten ayrılmasaydım hala o şekilde devam edecekti, belki de acı çekiyordu bilmiyoruz ancak çıkan köklerdeki felaketi gördüğümde yüreğim öyle yaralandı ki hala kendimi affetmiyorum.  Ne yapıp edip yıllık izinlerimde gezmeyi düşünmek yerine bunu yapmalıydım, şimdi daha iyi anlıyorum.

Yıldız’daki hastane hiç içimize sinmemişti ve en iyisinin yine bir sokak ötemizdeki ünlü hastane olduğuna karar verdik. Bu arada çalışmıyor olmamın ilk komik kısıtı ile karşılaştım, benim evimde bir bilgisayarım ve internet erişimim yoktu, bu zor bir durumdu. Ön araştırma yapmadan hastanenin yolunu tuttuk, danışmadakiler çok yardımcı oldular, diş hekiminin sekreterine durumumuzu anlattık, özel durumdan dolayı bütün ayarlamaları yaparak bizi hekimle görüştürdü, güzelce anlaştık, ameliyat prosedürleri uygulanacağından ikinci aşama da bu işin tarafımdan organize edilmesiydi, kalan tüm şeyleri, kan alımı, özel tahliller ve anestezist muayenesi gibi işleri de ertesi sabah yapmak üzere planımızı netleştirdik. Kısacası mutlu mesut hasteneden ayrıldık, kardeşim 3 Kasım Cuma sabahı ilk saatte diş ameliyatı olacaktı. İşlem tamamdı.

Bu haftayı Cuma’ya kadar doldurmuştum sanki. Kardeşimin ameliyat öncesi standart testleri, hastane organizasyonu, benim dışarısı ile olan diğer işlerim, gitmeler gelmeler epeyce yoğundum. Ah bir de bilgisayarım olsaydı! Bunu da hemen halletmeliydim de henüz paralarımızı alamamıştık. Güya ay başında sanki maaş gibi ilk etap paramız yatacaktı. Bunu bile internet bağlantım ve bilgisayarım olmadığından kontrol edemiyordum, yakında şube yoktu en yakın şube ya Kadıköy ya da Altunizade’deydi. Zaman darlığına rağmen Altunizade şubeye giderek kontrol ettim, 31 Ekim günü Ekim ayı maaşım yatmıştı. Diğer tazminatlar ise daha sonra yatacaktı. Şubenin internet bağlantısını kullanarak paramı evimin hemen yanında ATM.si bulunan başka bankadaki hesabıma eft ile yolladım. Evet hergün yürüyordum ve bunu bir alışkanlık haline getirmeyi kendime şart koşmuştum ama en olmadık zamanlarda Altunizade’ye gidecek halim de yoktu.  Zaten bu durum uzun sürmedi bir yıl geçti geçmedi ki bankanın Acıbadem Şubesi evimize beşyüz metre mesafede açıldı. 

İlk hafta bu tip alıştırmalarla geçti, o arada 3 Kasım’da yatan tazminatımı bankadaki sistem sorunları nedeniyle hesaptan kımıldatamamış, Pazartesi’yi beklemek zorunda kalmıştım. Bu benim gibi artık işsiz biri için önemli bir faiz kaybıydı, bir aylık yol paramı resmen kaybetmiştim, oysa AKBİL’imi onunla güzelce doldurabilirdim. O benim iki aylık bilet parama denk geliyordu yaptığım hesaplara göre. Aynı sıkıntıyı emeklilik vakfındaki birikimimi alırken de yaşayacaktım. Bütün bunlar sinir bozucu küçük ayrıntılardı ama önemliydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder