6 Kasım 2010 Cumartesi

Ve Sonrası (15. Bölüm)

Bu sıralarda nedense şansım mı açılmıştı ben de anlayamadım ama eski işyerimle geri dönüşümle ilgili bir flört sürecine girmiştik. Ben, 10 Ocak’ta daha fazla dayanamamış ve bana yapılan haksızlık nedeniyle gittikçe içimde büyüyüp urlaşan duygularımın esiri olup, hiç tanışma şansımın olmadığı ama çıkışımı imzalamış, eski işyerimin yeni genel müdürüne bir elektronik posta göndererek, yaşadıklarımı kısaca özetlemiştim. Belki bir çılgınlıktı ama ne kaybım olabilirdi ki? Hiçbir şey. Artık deliliği elime almış, bir kılıç ya da kalkan gibi kullanıyordum. Ben bir anarşisttim, karşı duruşun her türüne sempati ile yaklaşan ve yanında yer alan bir aktivist olarak bu konuda da rahat durmamalıydım. Ektiğim tohumların yeşermesi Mart ayının ilk haftalarına denk gelmişti. İşe geri dönüşümle ilgili olarak bana randevu verilmiş, elektronik posta yolladığım yeni genel müdürle buluşma fırsatı yaratılmıştı. Şirkete gidişim çok ilginç olmuştu, sanırım hayatında benim gibi deneyimler yaşayan insan azdır. Ben çalışmak, para kazanmak faaliyetlerini zevke dönüştüren ve bu eylemlerin aşamalarına, adımlarına esir olmayan, çılgının biriydim. Karizmamı bu çılgınlık ölçüsünde tanımlamış, sınırlarımı da bu ölçütlerde belirlemiş garip bir insandım. Kendimi böyle görüyor bunu da tüm dünyaya kabul ettirmeye çabalıyordum. Nedeni basitti; ÇÜNKÜ KAYBEDECEK HİÇBİR ŞEYİM YOKTU.  Benim için çok önemli olan benzin paralarına kıyarak eski işime iki kere bu konuda gittim. Genel müdürle enfes diye nitelendireceğim görüşmeleri yaptık; adamla frekanslarımız tutmuş kısacası hayran kalmıştım, O da benim gibi çılgının biriydi. Örtüşmüştüm adamla, o kadar olumlu idik ki birbirimize karşı, ilk dakikada olay netleşmişti. El sıkıştık; iki pozitif bilim insanı, rasyonel mühendisler olarak el sıkışmıştık. Bu el sıkışma bir büyük bekleme dönemine kapıyı açtı. Bana bir teklif yapacaklardı ancak henüz kimse konuyu tüm boyutlarıyla düşünmeye ve değerlendirme aşamasına geçmemişti. Beklenmedik bir durumdu benimkisi ve ortada çözümü verecek formül yoktu.

Bu arada hiç boş durmuyordum, havalar kış için son derece ılıman geçmesine rağmen ben inadına kazak, hırka örmeye devam ediyordum. Nedense bu kış hava katiyen soğumuyordu, bırakın kazak giymeyi, uzun kollu penyeler üzerine deri ceket giyerek sokaklarda geziyorduk. Yine de yılmamış, kendime koyu yeşil, saf yünden çok güzel bir kazak örmüştüm. Zaman bol olduğu için karışık, ağır ilerleyen bir örgü modeli seçmiştim. Tüm parçalar tamamlanmış birleştirilmeyi bekliyorlardı ki en yakın arkadaşım olan üniversite sınıf arkadaşımla Cumartesi buluşmaya karar verdik. Bizim buluşmalarımız ağırlıklı olarak Galatasaray’daki ARA Kafe’de olurdu, yine öyle yaptık. Erkenden evden çıktım, yürüyerek Kadıköy’e geldim, Karaköy Vapuruna binip karşıya geçtim. Hava kapalı ve her an yağmur yağacak gibiydi. Buna rağmen soğuk yoktu ve ben güvertede yolculuk ettim. Her zaman olduğu gibi çayımı deniz manzarası eşliğinde içtim. ARA Kafe’ buluştuk, birer kahve içtik, kahvenin yanında ikram edilen kurabiyelerden yedik. Arkadaşım o sıralar yeni bir digital fotoğraf makinesi almıştı, bende henüz yoktu bu aletlerden. Yeni heves, bir de cihazı öğrenmek amacıyla bol bol fotoğraf çektik. Bu arada güneş açtı, yerini parçalı bulutlu bir havaya bıraktı. Bu da İstanbul turu yapmak ve bol bol resim çekmek için en uygun koşuldu. Hemen jet hızıyla kafamızı çalıştırdık ve Taksim’den kalkıp sahil yolu, Balıklı, Piyer Loti, Eyüp Sultan, Balat güzergahı üzerinden tarihi semtler turu yapan üstü açık iki katlı otobüslerle dolaşmaya karar verdik. Meydana vardığımızda hava muhalefeti nedeniyle, daha doğrusu yağmur olasılığı nedeniyle pek rağbet yoktu ama otobüs turu iptal edilmemişti. Ben ve arkadaşım birer bilet aldık ve otobüse yerleştik. Az sonra tur başladı, hem sohbet ederek hem de etrafı izleyerek Sultanahmet’de turumuzu tamamladık. Hala akşam olmadığına göre biraz daha kalabilirdik. Hemen Soğukçeşme Sokağı’na attık kendimizi. Deliler gibi resim çekmeye devam ettik, güneş batmaya meyletmişti ki, Belediye Sosyal Tesislerinde son molayı verdik. Belediye Tesisleri bu tip turistik yerlerdeki diğer kafelere göre nispeten ucuz oluyordu. Birer bira istedik, kuruyemiş tabağımızla birlikte içkilerimiz geldiğinde Güneş kırmızı bir top halinde inişe geçmişti. İnanılmaz bir dinginlik, hafif bir yorgunluk ve son derece memnun bir o kadar da kaygısız olarak akşamı bitirdik.

Ben bir günü daha kendimi mutlu ederek geçirmeyi başarmıştım. Harcamalar düşük düzeyde olup, alınan keyif en üst düzeyde olunca bu mesleği, işsizlik mesleğini öğrenmeye başladığıma ikna olmuştum.

Günlerden 21 Mart’tı. Eski iş yerimin bana yaptığı ve benim hakaret olarak gördüğüm teklifi değerlendirme derdinde olduğum bu güneşli, ılık mükemmel günde, bölüm arkadaşım beni aradı. Anadolu yakasında olduğunu söyleyip buluşmayı önerdi. Buluşma yeri için de teklifi Beylerbeyi idi. Allahım bu ikircikli günde bundan güzel şey olamazdı. Beylerbeyi! Ne kadar severim ben orayı. İskele’deki lokanta ve çay bahçeleri, pırıl pırıl güneş ve Biz. Olabilecek en uygun koşulların kesişmesi. Hemen kabul ettim ve evden fırladım. Yaptığım, Altunizade’ye yürümek, oradaki otobüs durağından 15F numaralı otobüse binmek olacaktı. Yol sadece 1,25 YTL. Ekonomik olmayı o kadar iyi öğrenmiştim ki; taksiden başka gidiş yolunu bulamadığım Beylerbeyi’ne bu kadar çabucak ulaşmanın yolunu öğreneli çok zaman olmuştu. Beylerbeyi’ne gitmek için Acıbadem’de oturan biri 2,5 YTL.den fazla para harcamamalı, harcarsa da ona enayi denebilmeliydi. Tasarruf ettiğim her Yeni Türk Lirası benim; boğaza karşı tüttürreceğim kahvenin dumanını üflüyordu. Bembeyaz köpük köpük kümülüsümsü o dumanları. Arkadaşımla buluştuk, denize nazır güzel bir masaya kurulduk. Benim kafamda dolaşan tilkilerden kısaca konuşup eski iş yerime vereceğim yanıtı iyice kesinleştirince midyeleri, kalamarları ısmarladık. Karnımız fazla aç değildi ve uzun uzun oturup konuşacağımızdan, yavaş yavaş yedik sipariş ettiklerimizi. Aklımda kalan en keyifli günlerden biriydi 21 Mart 2007. Boğaz, Beylerbeyi, iskele, deniz, kayık ve martılar, koşturan kediler, güneş nedeniyle poplin gömleklerimizle teslim olduğumuz havanın, serinleşmeye başladığında bize verdiği ürperti. Yaşam buydu ve ben sokaklarda olmaktan mutluydum.

En son kahveleri söyledik ve ben nadiren keyiflendiğimde bana eşlik etmesinden zevk aldığım sigaradan bir tane tellendirdim. Esir olmamak, zevk için arkadaşlığına izin vermek sigaranın! Bu aslında yaşamın her anında her unsuru için geçerli olan bir kabul, bir duruştur benim mantığımda. Esir olmamak ve sadece eşlik etmesine izin vermek. Yaşam da böyle değil  midir? Böyledir ve olmalıdır.

Esir olmamak size sunduklarına, sadece izin vermek katmak istediklerine. İnsan iradesi, irademiz ve beynimiz, doğanın mükemmelliğinin zirve yaptığı tek hazinemiz. Tepkilerine saygı duymalı, kullanırken özenli ve duyarlı olmalıyız.

O gün sabitlerimin dışına çıkmış tasarruf kemerimi gevşetmiş, başka şeylerden fedakarlık yapmayı peşinen kabul ederek fazla harcama yapmıştım. İstanbul Boğazı’nın maviliği pahalıydı, o narin, yaşlı ama güzelliği sonsuz yosmanın vizitesi çok pahalıydı. Ben de bu bedeli ödemiştim arkadaşımla beraber. Herşeye rağmen bunu yapmaktan mutluydum. Kim bana vaad etmişti ki 20 yıl daha yaşayacağımı, fırsatlar değerlendirilmeli, asla kaçırılmamalıydı. Asıl olan para değil mutluluktu, mutlu olmaksa yaşadığım o anlardı. 15F otobüsü, sigaram, kahvem, mavi sular ve parlayan güneşti köprünün arkasından.

Bu tip hovardalıklar için kendime her ay bir gün tanımladım. 6 ay olmuştu ve epeyce tasarruf etmiş, bir takım masraf kalemlerinden kurtulmuş, giderlerimi azaltmıştım. Bu nedenle kendime izin günü verebilirdim artık. Bunu hak ediyordum, bu hak ediş her ay benden hortumlanan 1470 YTL’nin kesilmesiyle çok daha anlamlı hale gelecekti. Evet maaşsız, gelirsiz altı ayım geçmişti ve yoktan yere 8820 YTL kadar param da kredi borcum nedeniyle cebimden gitmişti. Eğer Beylikdüzü’ndeki ev satılmazsa bu gidişin sonu kötü olacaktı.

Lanet ettim o gün. Tam düşük faizle kredi olanağının olduğu bir dönemde zamanlamayı da mükemmel yaparak güzel bir ev sahibi olmuştum ama sadece 7 ay, evet sadece 7 ay sonra maaşsız kalmıştım. Güzel evimin borcunu emeğimin hakkıyla kazanıp ödemekten men edilmiştim. Kısmet dedim tabii ancak bu kısmet denen şeyin tekrar yakınlarıma gelmesi ve atıl bir şekilde duran, acilen paraya dönüşmesi gereken diğer evimin satış olayında da kendini göstermesi gerekiyordu. Evi 110.000 YTL gibi bir fiyatla satıp kredi borçlarımı ödediğim gün hayata tekrar başlayacaktım. Daha uzun, temiz, rahat nefesler alabilecek, yapmak istediğim bir takım işlere de yoğunlaşabilecektim. Yoksa bankada bir kar yığını vardı ve yaklaşan yazla beraber hızla erimekteydi, ben de eriyen kar sularının altında kalmak üzereydim.

Öte yandan yeniden eski işyerimde çalışma olasılığı kapımda bekliyordu. Ay sonu gelmişti ve kesinlikle yapılan teklife bir yanıt vermeliydim. Başlangıçtan itibaren her şey yolunda gitmişti. İnsan olarak gayet iyi anlaşmıştık. Ancak mevzuata dayalı zorunlu kriterler, hatta dogmalar bizi yemişti, saçma sapan öneriler asla kabul edilemeyecek koşullar nedeniyle, kenetlenmiş ellerimiz çözülmek zorunda kalmıştı. Hayatımda hiç görmediğim, tanımayı da asla istemeyeceğim, insan sınıfında değerli bulmadığım organizmaların engelleri nedeniyle bu müthiş insanla çalışma fırsatı bana verilmemişti. Yerinde ağır bir taş olarak, harcın içine katılmam engellenmiş kısacası eski işyerime dönüşüm büyük bir fiyasko ile sonuçlanmıştı. Bir rüyaydı belki ama bu sürede mutlu olmuştum. Kendi mutluluğumdan daha çok, kişisel hırsları nedeniyle bana bunu yapanları, insanlık unsurlarını barındırmayan rezil insanları mutlu etmiştim. Bu da beni sinirlendirmişti. Hayatlarında bu derece tatmin derecesine asla ulaşmadıklarına emin olduğum bu cinslerin, bana kocaman bir teşekkür borçlu olduklarını da muhasebe defterime işleyerek gerçek dünyama geri döndüm. Gerçek ve mutlu dünyama.

Belki de yapmamam gereken bir atılımdı bu. Yalnız bazı şeylerin hiç bilinmeden geçiştirilip gitmesine dayanamıyordum. Ahlakım buna müsaade etmiyordu. Bir insanın sadece kişisel hırsları ve tatmin edilemeyen güdüleri nedeniyle başkalarına zarar vermesi, kötü koşulların içine düşmesine neden olması, cinayetle eşdeğerdi benim için. Acayip aç gözlülükler, doymak bilmeyen egolar, sade, naif ve basit bir çizgisi olan, işini gücünü dürüstçe yapan insanlarda birer sırtlan ısırığı oluşturmamalıydı. Hiçbir zaman hiç kimse öldürücü darbeler nedeniyle acı çekip, günlerce yaralı yatıp, güç bela iyileşmek zorunda kalmamalı.  Ortada henüz hiç plan yokken, sade, rahat ve en iyi şekilde işyerinde çalışırken, sadece 6-8 ay sonra şirket tarafından kırmızı bültenle, gazete ilanlarıyla aranan bir ahlaksız yüzünden asla ve asla bunlar yaşanmamalıydı. İşe geri dönüş fikrini bende onaylanan şıklardan biri; bu ahlaksızdan daha güçlü olduğumu göstermekti. Bir diğeri ise ödemekte olduğum kredi taksitlerime çare olabileceği üzere yeniden düzgün bir gelire kavuşmaktı. Türlü kaçış denemelerime rağmen pis paraya muhtaç olmak bana ayrıca büyük acı da veriyordu. Şükür ki bu macerada direkten döndüm ve güzel hayatıma yeniden başladım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder