18 Kasım 2010 Perşembe

Ve Sonrası (24. Bölüm)

Eylül’ü tüm hızıyla geçiriyordum, kurs ise tam istediğim şekilde ilerliyordu. Sanırım Aralık sonuna yani satın aldığım “altı aylık dönem” bitene kadar istediğim kura varacaktım. Hesaplarıma göre rahat rahat hedefi tutturuyordum. Artık nereye gitsem mutlaka yabancılara dikkat ediyor, bir şey arıyorlarsa ya da soruyorlarsa hemen atılıyor, onlarla konuşuyor, anlatıyor, tüm sorularına bildiğimce yanıt vermeye çalışıyordum. Bazen daha da ileri gidiyor, öneriler de veriyordum. Özellikle orta yaş grubu çok fazla soru soruyorlardı ve ben de büyük bir zevkle ülkemi ve yaşadığım şehrin özelliklerini usanmadan açıklıyordum. İçlerinde Kadıköy Çarşı’ya yönlendirdiğim bir hayli grup da oldu, mahallenin delisi gibiydim ama halimden memnundum. Pratik için bana çok faydalıydı bu hareketler.

Elektronik postalarımı Gmail’den takip etmeyi tercih etmiştim. Başlarda kullanım sıkıntısı çeksem de sonradan çok pratik bulmuş ve değiştirmeyi düşünmemiştim, hatta outlook kullanmaya bile geçmedim, gayet güzel idare ediyordum. Bu iletişim ortam iyice yerleşince tüm üyeliklerimi de Gmail adresime yönlendirmiştim. Bunlardan biri de benim çok sevdiğim Cam Ocağı Vakfı’na olan e-mail üyeliğimdi.

O Cuma e-maillerime bakarken Cam Ocağının bültenini gördüm. Aylık bültenleri düzenli olarak geliyordu. 16 Eylül Pazar günü günübirlik vakıf gezisi vardı. Ben bu günübirlik geziye daha önce de gitmiş ve çok memnun kalmıştım. Vakfın yeri Beykoz’un Öğümce Köyü’nde idi ve sabah erkenden servis ile buraya gidiliyor, tüm gün boyunca cam sanatı üzerine türlü gösteriler izleniyor, atölye çalışmaları yapılıyor ve o günkü acemi ziyaretçiler için bazı basit denemeler yapılıyordu. İsteyen misafirler boncuk, füzyon tekniği ile cam tablolar ya da üfleme tekniği ile basit vazo veya kaseler yapabiliyorlardı. Yine Vakfın uçsuz bucaksız yeşillikler içindeki bahçesinde gezinmek, içinden geçen derenin üzerine kurulmuş teras kısımlarında oturmak, çay, kahve içmek mümkündü.

Vakfın teşhir ve satış bölümü de harikaydı. Burada çok uygun fiyatlarla son derece sevimli ve şık hediyeler satın alınabiliyordu. Kısacası Cam Ocağı Vakfı’nda bir gün, inanılmaz keyifli, doyurucu ve zevkli geçirilebiliyordu. Bunu daha önce yaşadığım için hemen gitmeye karar verdim. O gün ayın 14’ü Cuma idi, çabucak telefon ettim, yer olduğunu öğrenir öğrenmez de paramı EFT ile gönderdim.

Pazar günü sabah 7.00 da evden çıktım, yürüyerek Kadıköy Evlendirme Dairesi otoparkına ulaştım. Bizi götürecek servis oradaydı. Yine geziye katılacak konuklar henüz dışarıdaydılar ve kalkış saatini bekliyorlardı. Hava güzel olduğundan hiç kimse hemen otobüse binmemişti. Saat 8.00’da otobüsümüz kalktı.

Yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuk sonrasında köye vardık. Önce küçük bir salonda toplandık, çay ve kahveler ikram edildi, ardından grup ikiye bölündü. Benim olduğum bölüm cam boncuk yapımını görmek üzere başka bölüme geçti. Bu bölümde bize rehberlik eden sanatçı, boncuk dışında, saydam renksiz camdan melek ve semazenler de yapıyordu. Gösteri nitelikli olarak önce bir semazen  yaptı, on, onbeş dakikada harika bir eser yarattı. Sonra boncuk yapımı faslına geçti. Adam bunu dünyanın en basit işi gibi yapıyordu ve büyüleyici bir yaratıcılığa sahipti. Tabi az sonra biz misafirler de deneyecektik boncuk yapımını. O nedenle tam üç ayrı boncuğu, son derece yavaş ve her aşamasını dikkatle bize anlatarak yaptı.

Sıra bize geldi. Ben zaten daha önceki gezim sırasında birazcık öğrenmiştim ama ikinciyi yapmak kısmet olmamıştı, oysa aklımda daha iyi bir boncuk yapmak fikri hep vardı. Hemen malzemelere sarıldım, tercihim olan renkleri seçtim. Bu sefer son derece düzgün, renk uyumu mükemmel, eskiye göre çok daha hatasız ve düzgün bir boncuk yapmayı becerdim. Boncuğumu kuma gömdüm, yirmi dakika sonra soğuduğunda alabilecektim. Beklerken ustamız bir tane de melek yapıverdi. Bu atölye zevkle sona erdi ve boncuklarımızı alarak o seanstan ayrıldık. Bundan sonra cam üfleme tarafına geçecektik. Ancak bu aşamadan önce yemek salonuna giderek kısa zamanda, ayaküstü yiyebileceğimiz şekilde hazırlanmış yemek paketlerini aldık. Dışarıdaki havuzun kenarına dizilmiş masalara oturarak aceleyle yemeklerimizi yedik ve birer kahve içtikten sonra tekrar gruplandık, bir sonraki atölyeye gittik.

Cam üfleme tarafında, Beykoz Cam fabrikasının eski ustaları görev yapıyorlardı. Birçok belgesele konu ve konuk olan bu ustalar, bize büyülendiğimiz bir gösteri sundular. Çeşmibülbül tarzı vazo, kase ve tabaklar yaptılar. Çok zahmetli ve emek isteyen bir işti cam üfleme. Hayran hayran izledik ve bol bol fotoğraf çektik.

Son durağımız füzyon tekniği ile cam eşya yapımı idi. Burada da renkli cam parçaları ile soyut veya gerçekçi desenler hazırlanıyor, farklı camlar kat kat bir araya getiriliyor en sonunda fırınlanıp bu katların birbirine kaynaşması sağlanıyor ve enfes objeler meydana getiriliyordu. Yine misafirler de bu çalışmayı yapabiliyorlardı, hemen rehberimizin eşliğinde masalara yerleştik. Ben ilk seferinden bildiğim üzere zaman kaybetmeden desenimi oluşturdum. Yaptığım parçayı satın alacağımı bildirip, parasını ödedim. Cam tablomuz iki hafta içinde elimizde olacaktı. Bundan önceki ziyaretimde bir tabak yapmıştım, bu kez de bir duvar panosu sahibi olacaktım.

Tabii bu serüven her anıyla fotoğraflandı. Eskisi gibi değildim, elimde yüzlerce resim çekebileceğim bir makine vardı. Gezimin her anını kayda geçirdim. Ayrıca doğal güzellikleri de bol bol resmettim. O gün pek mutlu oldum. Beni dünyada en çok cezbeden şeylerden biri olan camların ülkesinde keyifli bir gün geçirdim. Gezi kusursuzdu ve tatminkardı. İş, bu günü bir gezi yazısına dökmeye kalmıştı, o hafta içinde bunu da hallettim ve yazımı web gazeteme yayımlamak üzere gönderdim. Bu sefer deneme ya da makale yazmamış aslıma dönmüştüm.

Zaman çok hızlı geçmeye başlamış, bu ayı da yarılamıştım.. Önümüzdeki ayın 11’i gibi bayramdı ve bayram turları çoktan çıkmıştı. Ben böyle giderse kılımı kıpırdatamayacak yine evde oturacaktım, bilgisayar karşısında tüm internet sitelerinde dolanıyor ama bir türlü seçim yapamıyordum. Oysa mutlaka tatile gitmeli ve bu şehirden ayrılmalıydım. Hatta turları bir kenara bırakıp hiç düşünmeden kuzenime, Antalya’ya gitmeliydim. Kararsızlık ve bocalama yüzünden gecikiyordum ve bu gidişle ulaşım için şart olan rezervasyonu yaptıramayacak büsbütün açıkta kalacaktım. Bu yapılması gereken ilk şeydi ama daha elimi oynatmamıştım.

Bu karambolde yuvarlanırken arkadaşımın telefonu imdadıma yetişti. Kuzenimle de ortak arkadaşımız olan çok sevdiğim kız arkadaşım, Kemer’de ClubMed’in özel bir kampanya yaptığını, dört günlük bayram paketi programı çıkarttığını, hemen rezervasyon yaptırırsak 445 YTL’ye bu geziye gidebileceğimizi söyledi ve gitmemizi de ısrarla önerdi. Kendisi, Ben ve ayarlayabilirse kızkardeşi de aramızda olacaktı. Bu bulunmaz bir fırsattı. ClubMed gibi sınıfının mükemmeli olan bir yerde bu fiyata bir tatil hayal edilemezdi.

Ben hayatım boyunca tatilköyü gibi yerlerden hep uzak durmaya çalışmış, genelde butik tarzı gezileri tercih etmiş, alabildiğine özgür olmayı yeğlemiş, istediğim yerde, istediğim saatte, istediğim şeyleri yiyip içmeyi sağlayan tatil organizasyonlarına gitmiştim. Bir iki ısrar nedeniyle hayatımda iki defa da tatilköyünde tatil yapmıştım. Beni çeken, etkileyen bir tatil türü değildi aslında bu tiptekiler ama işin içinde arkadaşım, onun gezi yarenliği ve ClubMed olunca üçüncü deneyimimi yaşamakta katiyen bir sakınca görmemiştim, olay adeta beni vakumla içine çekip almıştı. Son derece heveslenmiş ve öneriye bayılmıştım. O kadar hasrettim ki bunun muhasebesini yapacak halim yoktu. Yer çok iyiydi, Kemer’de dört gün ihtişam yaşadıktan ve kör kütük eğlendikten sonra Antalya’ya geçebilecek, kuzenimde de birkaç gün kalabilecektim. Bu resmen bir taşla iki kuş vurmak olacaktı ve aylardır özlemini çektiğim kendimle baş başa kalma, İstanbul’dan uzaklaşma, biraz dinlenme ve eğlenme fırsatını eksiksiz bulacaktım.

Tek sorunumuz ulaşımdı. Uçak tercihimiz olamadı zira tüm seferler ve ek seferler dolmuştu, yer açılmasını beklemek gerekiyordu. Ancak bu riski göze alırken işi sağlama bağlamak adına otobüsle gitmek için de gereken ayarlamaları yapmalıydık. Bu işleri ben üstlendim, nasılsa çalışmıyordum ve rahatlıkla biletlerin peşinden koşabilirdim. Hemen büyük firmaların ofislerinde aldım soluğu. İnanılmaz bir izdiham yaşanıyordu, birinden diğerine gidene kadar bulduğum tek tük yer de kaçıyordu. Sonunda daha fazla uğraşmadım ve ek sefer olarak üçüncü kez açılan Kemer seferinden üç bileti satın aldım. Eğer  uçakta yer açılırsa isteyen bunu kullanabilirdi. Ben otobüse dünden razıydım, hem ekonomikti hem de İstanbul’dan Antalya’ya otobüsle gitmeyi hep çok sevmiştim. Özellikle mola yerleri ve Afyon’da yiyeceğimiz sucuk, kaymak ve bal için uçaktansa otobüsü kesinlikle yeğlerdim. Hem kaymaklı lokumlardan da alacaktım ve eve istifleyecektim.

Her şey tam istediğim gibi yolunda gitmişti ve zevkten dört köşeydim. Artık günleri saymaktan başka işim kalmamıştı. O kadar sevinçliydim ki!

Bu yaz yüzyılın en sıcak geçen yazlarından biriydi ve havalar hala Ağustos gibi devam ediyordu. Böyle giderse Ekim’de de ılık olacak hatta belki denize bile girebilecektik. Ben açıkçası ClubMed’de denize giremeyeceğimizi düşünmek dahi istemiyordum. Asla sonbaharın serin günleri gelmeyecekti, buna inancım sonsuzdu. Tüm dikkatimi yapacağım bu tatile yoğunlaştırmıştım. Ne kadar hasret birikmişti bende böyle! Hayretler içindeydim. Benim için sonsuz konforu yaşayacağım bu dört gün çok değerliydi. Sanki hayatımda hiç tatile gitmemiş, hiç lüks yer görmemiş gibi davranıyordum, çocuklar gibi sevinçliydim.

Şimdi bu tatil için bazı alışverişler de yapmalıydım. Herkesin dört dörtlük bir görünüm ve aksesuarlarla geleceği bu yerde benim daha özenli ve dikkatli olmam gerekiyordu. Hayatım bir şort, bir tişört ile sürekli yürüyüşlerde, dere tepe tırmanma içeriğine sahip tatiller ve ören yerlerinde geçtiğinden pek alışkanlığım yoktu bu züppe yerlere. Yürüyüş ayakkabıları değil de düğünlerde giyilen türden ayakkabılarımı ortaya çıkartmalıydım. Keza kıyafetleri de büyük dikkat ve özenle seçmeliydim. Yalnız tek şartım vardı; kesinlikle yeni giysi almayacaktım. Belki terlik, yeni bir bikini, ufak tefek aksesuarlar alabilirdim, buna izinim vardı ama kati surette giysi türü bir şey almayacak, olanlardan bir portföy yaratacaktım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder