16 Kasım 2010 Salı

Ve Sonrası (22. Bölüm)

27 Temmuz akşamı için özel olarak hazırlandım. Saçlarım iyice uzamıştı ve hileli boya işlemi ile beyazları gizlenebiliyordu. Jöleleyip kıvırcık bir şekil verdiğim zaman da ne renk farkları ne de beyaz hatlar kalmıyor, tamamen ortadan kalkıyordu. Gece saatlerinde ortamın loşluğunda görünen ise sadece uzun ve kıvır kıvır gölgelerdi. O yaz moda olan kapri yani dizaltı pantolonlardan benim de bir tane vardı. Siyah kaprimin üstüne esnek kumaştan dikilmiş dar bir bluz giydim. Kolları ve yakası volanlar içinde olan bu gri, siyah ve beyaz desenli bluz o akşamın Latin ortamına gayet uygundu. Ayağımda parmak arası ince bantlı, tamamen topuksuz, pırıltılı sandaletlerim vardı. Hasbelkader bir şeyler uydurabilmiştim. Kolyeler, küpeler derken süslü bir koket oldum sonunda ya da kendime göre öyleydim.

Kuzenimle evlerimizin arası yürüyerek 10 dakika mesafede olduğundan birlikte taksiyle gitmeye karar vermiştik. Ben taksiyi çağırdım, saat 20.00 gibi O’nu da aldım ve doğru Fenerbahçe True Blue’ya gittik. Biz oraya vardığımızda doğum günü olan arkadaşımız, kız kardeşiyle birlikte mekana gelmek üzereydi.  Biraz bekledik, onlar da gelince mekana birlikte girdik.

Güzel dört kişilik bir masa ayrılmıştı bize ve hemen yerleştik. Menüler geldi, biz de yemekleri seçmeye koyulduk. Açıkçası açlıktan ölüyordum, buraya geleceğim için o gün doğru dürüst yemek yememiştim. Tok karnına sokağa çıkma prensibim o gece için yürürlükten kalkmıştı, o akşam en güzelinden afiyetle yemek yiyecektim. Ben her türlü çeşidi içinde barındıran, alabildiğine soslu, garnitürlü güzel bir et yemeği seçtim. Kızlar da başka başka şeylere karar verdiler. Bunları hallettikten sonra da bir şişe kalitelisinden şarap sipariş ettik. Şarap ve atıştırmalık servisinden yarım saat sonra yemeklerimiz de geldi. O arada hediyelerimizi takdim edip kutlaştık ve yemeğe koyulduk. Gece uzundu. Ağır ağır yiyor ve içiyorduk. Hatta arkadaşımız, yakın bir tanıdığına rastladı ve o da masamıza oturdu. Genelde Cuma veya Cumartesi akşamları dışarı çıkıp da bir tanıdığa rastlamamak mümkün olmazdı. Bu şekilde sohbet, yemek, içki derken müzik zamanı da geldi. Yemeklerimizi bitirip bar tarafına geçmeye karar verdik ama o sırada etraf öyle kalabalıklaşmıştı ki vazgeçtik. Yemekler bitti biz içkilerimize masamızda devam ettik. Bu sırada müzik hızını iyice almış, herkes dans etmeye başlamıştı.

Gece mükemmel geçiyordu. Hava mis gibiydi, yazın dışarıda olmanın tüm güzelliğini yaşıyorduk. Bar tarafına geçtik, orada birer içki daha söyledik. İçmesek de elimizde bardaklarımız vardı ve kendimize barda bir mekan açmayı başarmıştık. Bu durumda insanları daha yakından görebiliyor, müzik ortamının tam içinde yer alabiliyorduk. Gece yarısından sonra ortam daha da hareketlendi. Kuzenim, Ben ve mutlu doğum günü kızları keyifli bir şekilde orada bir saat daha kaldık.

Ben hem yorulmuştum hem de uykum gelmişti ama belli etmedim ve kendimi zorladım. Müzik grubu programını bitirince banttan yayınlanan gürültülü müziğe kalmayıp eve dönmeye karar verdik. Açıkçası her şey zevkle ve keyifle yapılmıştı, uzatmanın alemi yoktu.

Son kez öpüşüp koklaştıktan sonra vedalaştık. Kuzenimle beraber yine taksiye bindik ve evlerimize döndük. Saat sabaha karşı 03.00’ı gösteriyordu. Çok uzun zamandır bu saate kadar dışarıda kalmamıştım. Gerçi mevsim yazdı ve o saatte bütün şehir sokaklardaydı ama ben huzursuz olmuştum. Sanırım mazbut ev hayatı, hep belirli saatlerde uykuya dalmak, akşam geç saatlerde yemek yemeye son vermek beni belli alışkanlıklara mahkum etmişti. Biraz sapınca olumsuz etkileniyordum, uyku gözümden akıyordu ama bir türlü dalamıyordum. Midem tıka basa dolu olduğundan rahatsızdım, kafamın içinde ise hala binbir çeşit müzik uğulduyordu. Her şeye rağmen yine de keyifliydim ve arada sırada bu tür programlara katılmam gerektiğini düşündüm. Yazı bir şekilde bitirecektim ve hafta başı Ağustos geliyordu.

Yazın sonuna yaklaştıkça ben neşeleniyordum ama beklenen olmadı. 2007 yılı kurak ve yüksek sıcaklıkta geçen günlerine rekorlar kırarak devam ediyordu. İstesem de bir tatil etkinliğine katılamayacaktım çünkü artık sıcaktan nefes alamaz hale gelmiştim. Benim gibi, İstanbul halkı da güç durumdaydı. Bu badireyi kursa daha fazla asılarak atlatmayı seçtim. Neredeyse her gün kursuma gidiyor, oradaki her türlü etkinliğe katılıyordum. Akla gelecek her konuda arkadaşlarla tartışmalar yapıyorduk, yeter ki bol bol konuşalım ve daha fazla doğru şeyi öğrenelim diye çaba harcıyorduk. Eğitmenlerimize de iyice alışmıştık ve onlar inatla tek kelime Türkçe konuşmuyorlardı ve anlamayan sağır adam rolünü oynuyorlardı. Hala bu durum için onlara içimden teşekkür ediyorum. Bana ikinci dilimi sevdirmişlerdi.

Evde de bilgisayar başından ayrılmıyordum. Yılmamıştım, ilanlara bakıyordum. O sıralar kariyer sitelerinde bir detay dikkatimi çekti; ciddi bir tekrar ediş söz konusuydu. Bazı işler vardı ki, düzenli olarak hep etkin hale geliyorlardı. Bu pozisyonlar nedense bir türlü dolmuyordu, hep aynı elemanlar üç ayda bir niye aranıyordu? Bunu çözemiyordum, çözemediğim için de ciddiye almıyordum. Galiba kariyer siteleri ile iş aramak aptallıktı. Aptal yerine konduğumuzu düşünmeye başladım. Bu sitelere bakmaya uzun bir süre ara verdim. Üzülmüş, hayal kırıklığına uğramıştım çünkü. Beni bu kararımdan caydıracak pişman edecek bir deneyim ise hiç yaşamadım.

Kuzenim Antalya’ya geri dönmüştü ve beni bekliyordu, bense Eylül’den önce bunu hiç düşünmüyordum, resmen sıcaktan kaçar hale gelmiştim, nemli ve 48 dereceye maruz kalmam imkansızdı. Biz yine msn.den yazışmaya devam edecektik.

Dil kursuma artık akşam üzerleri gitmeye başlamıştım. Günler biraz kısalmış olduğundan sıcak havadan bu şekilde kurtulmayı seçmiştim. Saat 17.00 gibi evden çıkıyor ve otobüse biniyor, 15 dakika sonra Kadıköy Meydanında oluyordum. O sıralar tam çarşı girişinde Simit Sarayı açılmıştı. Bu ayaküstü simit-çay modeli tarihe geçecek bir buluştu ve çok tutmuştu. Tam Osmanlı usulü, harika simitler yapılıyordu, çayları da bir o kadar mükemmeldi. Burası benim durağımdı. Otobüs duraklarının oradan karşıya geçer geçmez Simit Sarayına varıyordum, hemen elime bir tepsi alıyor gözümle seçtiğim taze simitlerden birini servis ettiriyor ve ardından çay kuyruğuna giriyordum. Koca su bardağı duble çayımı da aldıktan sonra kendimi en serin masalardan birine atıveriyordum. Bu süreç, yarım saatlik cehennem sıcağındaki yolculukla, kursa gideceğim ikinci etap sıcak dolmuş seyahatim arasında soluklanmak için tarafımdan icat edilmişti. Böylece hem karnımı doyuruyor, hem serinliyor hem de kurs için kafamı toplayabiliyordum. Ayrıca simit benim hayatta en sevdiğim yiyeceklerden biriydi ve yazın bu cehennem günlerinde akşam yemek faslını da erkenden kapatıyordum. Bu simit partileri benim bir klasiğim olmuştu. Bu ayı böyle geçirecek selametle sonbaharın ilk günlerine kapağı atacaktım.

 Bu yıl yaz beni son derece bezgin ve sinirli yapmıştı. Kendime dil kursu gibi bir meşguliyet yarattığım için her gün şükrediyordum, aksi halde zamanı geçiremez delirirdim. Yapacak yığınla iş vardı ama bunlar için parmağımı kımıldatacak enerjim asla olamayacaktı. Çöl havası şehirdeki bitkileri kuruttuğu gibi insanları da soldurmuş, hareketsiz bırakmıştı.

Sıcaklardan feleğimizi şaşırdığımız bugünlerde, bölüm elemanlarımızdan biri evlendi. Halen eski işyerimde çalışmaya devam eden ve işe girişinde özellikle benim ısrarım olan bu genç kardeşimin mutlu gününe katılmayı borç bildim. Allahtan nikah Üsküdar’da oldu ve ben evime çok yakın olan nikah dairesine fazla zedelenmeden gitmeyi başardım. İşimden  ayrılalı geçen süre bir yıla yaklaşıyordu ve bu arkadaşları ne zaman görsem çok mutlu oluyordum. Eski bölümümün neredeyse tamamı o gün nikaha gelmişti ve ben de hepsini bu vesile görebilmiştim. Hayatımda ilk defa çok fazla özenmeden bir nikaha gittim, bu sıcakta yapabilecek fazla şey yoktu, üstümde penye bluz altımda keten bir etek, ayağıma da şıpıdık pabuçlarla gidebildim nikaha. Tek derdim çok sevdiğim bu genç kardeşimin yanında olmaktı. Oldum da.

Ders, kurs, internet, çay, simit noktaları arasındaki gel gitlerle Ağustos’un sonunu bulmuştuk. Bu arada annemin bütün ısrarlarına rağmen ben tek gün bile havuza gitmemiştim, suya sabuna dokunmadan kabusu atlatmıştım. Eylül kapıya dayandı ve umut dolu günler tekrar başladı.

Öncelikle kursta, derslerimi ve kur atlama dönemlerini çok iyi ayarlamalıydım, araya bir  mola zamanı sokacak ve havalar soğumadan tatil programı ayarlayacaktım. Bu iş için para ayırmıştım. Yaklaşık 750YTL gibi bir bütçem vardı. Bu parayla otobüs yolculuğunu da seçersem orta halli bir pansiyonda kalmak suretiyle rahatlıkla bir hafta geçirebilirdim. Yine kuzenimin yanına gidebilirdim ki bu çok daha ekonomik olurdu benim için. Yer çoktu, para da vardı ama bu sefer de zaman yoktu. Nasıl yapsam da ayın ikinci veya üçüncü haftası, çok geç kalmadan, yazı kaçırmadan bu işi ayarlasaydım. Oldukça karmaşık bir durumdu. Kurs için 6 ay satın almıştım ve yenilemeyi düşünmüyordum, hiç zaman ziyan etmeden en üst düzey kur seviyesine gelmek istiyordum. Devam ettirdiğim takdirde buraya ilaveten verecek tek kuruşum yoktu. Zamanı etkin kullanmak adına belki de deniz derdinden vazgeçmeli, Ekim başı tatile gitmeliydim. Düşünülmeyecek bir seçenek değildi, henüz kudurmaya başlamamıştım. Deniz ayrıca benim vazgeçilmezim de değildi sadece manzaram olduğunda bayıldığım, kenarında veya üzerinde olmaktan zevk aldığım bir doğa ortamıydı. Kokusunu, rengini bir de balıklarını severdim denizin. Yüzmek kırk yıl aklıma gelmeyen, fazla da hoşlanmadığım bir faaliyetti. Kendimi ikna turlarım ve gerçekçi yaklaşımlarım beni tatil için Ekim ayına yönlendiriyordu. İstanbul dışına kaçmayı bir ay daha erteledim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder