18 Kasım 2010 Perşembe

Ve Sonrası (25. Bölüm)

Mevsim tatil için riskliydi. Hem yazı, hem kışı birlikte yaşama olasılığımız çok yüksekti. Tamamen yazlık olanların yanında, serin havalarda giyilebilen şeyleri de götürmeli hatta kışlık türü giysileri de mutlaka yanıma almalıydım. Gardrobumu iyiden iyiye gözden geçirdim. Ağırlıklı olarak siyahlar ve beyazlardan seçimlerimi yaptım. Pamuklu trikoları ayırdım, şort, kapri ve kot pantolonlarımı da tespit ettim. Yine serin havalar için kalın bir yelek, kot ceket ve bir de hırka ayarladım. Ayakkabı olarak bantlı, metalli, dekolteleri seçtikten sonra spor pabuçlarımı da çıkarttım, hatta bunları yıkayıp temizledim. Kısacası yaz, sonbahar ve hatta kışın ilk günlerinde giyilebilecek her şeyimi bir kenara yığmaya başladım.

Mayolar, havlular, aksesuarlar derken kocaman bir yığınım oldu. Dolduğu zaman 32kg alan, beyaz Samsonite bavulumu da bulunduğu yerden indirdim. Artık tüm iş, seyahate kadar bunları yerleştirmeye kalmıştı. Aklıma gelen ilaveleri de yapacak, yine alışverişini henüz tamamlamadığım losyon, krem, güneş sütü gibi şeyleri de koyduktan sonra bavulumu tamamıyla yerleştirmiş olacaktım. Bu ara bir de Salı Pazarına gitmeliydim.

Heyecanlar devam ederken Ekim’in ilk günlerini yakaladım. Sürekli internette meteorolojinin sitesinde hava tahminlerine bakıyordum. Galiba rüyalarım gerçek oluyordu, havalar son derece ılık ve güzel gidiyordu. Bu arada Antalya’ya geleceğimi öğrenen kuzenim çok memnun olmuş, birlikte yapacaklarımızın listesini oluşturmaya başlamıştı.

Son eksikleri tamamlamak üzere çarşı ve Pazar işlerine birer gün ayırdım. Yaz bittiği için yazlık eşyalarda inanılmaz indirimler vardı. Ivır zıvır deniz malzemelerini çok ucuza satın alarak kesemi büyük bir zarardan kurtardım. Mayolar yüzde yetmişe varan tenzilatlar görmeye başlamıştı. Her beğendiğinizin bedeninize uyanını bulamıyordunuz ama eninde sonunda hoşunuza giden birini pek ala alabiliyordunuz. Ben de öyle yaptım ve kendime cam göbeği üzerine turkuaz rengi şal desenleri olan bir bikiniyi, hayal edilemez bir fiyata satın aldım. Sadece 25YTL ödediğim bu bikininin gerçek fiyatı 100 YTL idi ve yine bir zamanlar 200, 250 YTL gibi paralar ödediğim deniz kıyafetlerim aklıma gelince bu sonuç bir hayli şaşırtıcıydı benim için. Nasıl da bu derece itidalli olabilmiştim. Hayretler içerisindeydim. 


Bu çarşı Pazar seanslarımın birinde Bahariye Caddesi’nde işportadan bir kemer aldım. Yıllar önce çok sevdiğim bir arkadaşımla buralardan bir kemer almıştım ve o kemeri hala kullanıyordum. O nedenle kalitesine güvendim ve çok cüzi bir fiyata sadece 7,5YTL ye kahverengi zımbalı güzel bir kemer satın aldım. Kemere hiç ihtiyacım yoktu ama düşük bel modası nedeniyle mevcut kemerlerimi kullanamıyordum. Daha uzun kemerlere ihtiyaç hasıl olmuş, bu nedenle uzun bir kemer sahibi olmam da farz olmuştu. Kot pantolonumu bu kemerle daha rahat giyebilecektim, çünkü kemersiz hiç rahat değildi. Bilemedim sonrasında bu kemerin bana ne oyunlar edeceğini!

Son hazırlıklarımı yaparken kursta bir kuru daha tamamlayabilmiştim. Kur sonu sınavı için randevumu alınca iyice rahatladım. Ekim’in 9’unda kur sınavına girecek, 10’unda da yola çıkacaktım. Takriben 19 ya da 20’sinde İstanbul’a geri dönecektim. Tüm planlar yapılmıştı, artık bütün enerjimle tatile gitmeye hazırdım.

Beklenen gün nihayet geldi. Dev bavulum tıka basa dolmuştu, son kontrolları da yaptıktan sonra güzelce kilitledim. El çantamı ve bazı ıvır zıvırı da hazırladıktan sonra akşamı beklemeye başladım. Yolculuğumuz saat 22.00’da Küçükyalı-Ulusoy tesislerinden başlayacaktı, oraya ise servisle gideceğimden saat 21.00’da evden çıkacaktım. Uzun yola gideceğim zamanlarda akşam yemeği yemezdim, bu durumda zamanı televizyona bakarak geçirmekten başka çare kalmıyordu. Arada telefonlaşıyorduk arkadaşlarımla ve eş zamanlı olarak haberdar oluyorduk yaptıklarımızdan ama vakit geçmek bilmiyordu. Sonunda zaman doldu ve saat 21.00 olur olmaz evden fırladım. İçimden “savulun ben geliyorum” diye çığlık çığlığa bağırmak geliyordu, ağzım kulaklarımda caddeye geldim, ilk bulduğum taksiyi çevirdim ve hemen bindim. Şoföre Kadıköy-Rıhtım dedim. Sadece Kadıköy ve rıhtım.

Taksinin beni Kadıköy’e getirmesiyle yolculuğum da başlamış oldu, bundan sonra kendimi tamamen planların kollarına bıraktım. Az sonra, yolcuları Küçükyalı’ya götürecek servis geldi, hemen bavulumu sürükleyerek dışarı çıktım, muavine teslim ettim, servise binip kapı yakınında bir koltuğa yerleştim. On dakika kadar geçti ve servis kalktı, yarım saate varmadan da  Küçükyalı’ya geldik. Otobüsün gelmesine ise yarım saat vardı. Zaman geçsin diye oradaki büfeyi gezdim, her şeye el sürdüm, yolda gerekebilecek ufak tefek şeyler aldım, yolcuları süzdüm, sürekli saatime baktım, bekledim, bekledim. Sonunda bizim otobüsümüz kalkış peronuna girişi yaptı.

Kızlar içindeydi, çok konforlu bulduğum dörtlü koltuklarda olan yerimiz ise harikaydı. Hemen yerleştim ve muhabbete  başladık. Yolculuk uzundu ve bütünüyle gece yapılacaktı. Hasretle beklediğim tatilime sadece on iki saat kalmıştı. Mutluydum hem de çok mutluydum. Böyle zıplayan hareketlerle koltuğumda debelenirken birden arkamda bir gevşeme hissettim ve hafif tok bir ses işittim. Elimi arkama götürdüm ki, benim yeni kemerim tam ortasından kopmuştu. Seneler önce aldığım işporta kemerim hala kullanılabilir haldeyken yeni aldığım ucuz kemer bir gün bile dayanmamış, kopmuştu. Gülmemek için dudaklarımı ısırdım. Yaşamın ne kadar kalitesizleştiğini anladığım için de gözlerim doldu. Zaman ve deneyim denen şey beni feci kandırmıştı.

Bu anı hayatım sonuna kadar unutmayacağım, arkası olmayan ve pantolon biritlerimde öyle serbestçe duran bir kemer taşıyordum. İşin daha da komiği bu uyuz nesneden kurtulmak için ilk mola yerini beklemek zorundaydım. Allahtan Darıca’dan feribotla geçiş olacaktı, ben de bu zalim kemerden gizlice orada kurtulmayı başaracaktım. Feribotta iken otobüsten indim, kemeri usulca çıkarttım ve denize fırlattım. Kim gördü kim görmedi hala bilmiyorum.

Uyuklaya uyuklaya Afyon’a geldik. Burası benim için yolun yarısı değil, yaklaşan sabah ve burada yapılacak sucuk-ekmek, bal-kaymak partisi ile hep yolun sonu şeklinde kabul ettiğim yerdi. Aceleyle otobüsten indik, hepimiz bir kuyruğa dalıverdik, sucuk, bal ve kaymaklarımızı aldık. O an düşündüğümde, neredeyse öğlenden beri açtım, koca dilim ekmekleri kaptığım gibi yiyeceklere daldım. Bol ekmekle ballı kaymakları mideye indirdikten sonra bir kere daha tuvalete girdim, dışarı çıkıp otobüsteki koltuğuma yerleştim. Az sonra tan ağaracak ben de günün ilk ışıklarını görerek sıkılmadan yolculuğuma devam edecektim. Uykusuzluğun verdiği bayat tadı hissetsem de asla keyfim kaçmayacaktı.

Herhangi bir aksilik yaşamadan Antalya’ya geldik ve bizi Kemer’e götürecek midibüslere geçiş yaptık, hava o kadar sıcaktı ki, otele varır varmaz kendimi denize atmaya karar verdim. Bir saatlik ikinci seyahatten sonra otelimize vardık. Odalarımızı öğrendikten sonra hızla geçişimizi yaptık ve bavuldan deniz malzemelerini çıkartıp üzerimizi değiştirdikten sonra kendimizi plaja attık. O saatten itibaren sadece yemek, içmek ve eğlenmek üzerine odaklanmış tatil sürecine girdik.

Tatil köyümüz yüzde seksen yabancıların bulunduğu az sayıda Türk’ün de faydalandığı çok güzel bir yerdi. Herkesin yabancı olması o dönem çok işime gelmişti, sürekli birileri ile konuşuyor ve en güzelinden pratik yapma imkanı buluyordum. Bu nedenle de keyiften dört köşeydim.

Deniz şerbet gibi serin, kıpırtısız ve masmavi idi. Sularda kulaç atmak, alabildiğine yüzmek, kumlarda uzanmak bana son derece zevkli geliyordu. Her vakit sunulan yiyecek ve içecekler ise cabasıydı. Ağzıma layık balık, sebze ve salataları mideme indiriyor, meyvelerden başımı alamıyordum. Akşamları ise o geceye özel hazırlanan gösterileri izlemek ve içinde olmak çok keyifliydi. Her gece farklı bir mutfağın yer aldığı restoran kısmında mükellef bir sofra kuruyor, arkasından gecenin tüm eğlencelerinde yerimizi alıyorduk. Her şey dahil olduğundan yer gök yiyecek doluydu ama ben özellikle içkilerde çok dikkatli davranıyordum, yıllardır bu tip toplu yemek sunulan yerlerde en alt kalitedeki ürünlerin kullanıldığını çok iyi bildiğimden temkinli idim, yiyeceklerde de dikkatli davranmaya çalışıyordum ama bazı ihlallerim de oluyordu.

Yürüyüşler yaparak, bol bol yüzerek, yiyip içip, sabahlara kadar eğlenerek ve de özellikle İsrailli turistlerle her konuda muhabbet ederek dört günü en güzel şekilde geçirdim. Bu bana son bir yılımda yaşadığım eziyetli ve bir o kadar da eğitici, öğretici sürecin sonunda sunulmuş bir ikramiye gibiydi. Budist rahipler gibi yaşadığım inzivadan, materyalizmden uzaklaşma çabaları ile yorulduğum büyük perhizden, kısacası manevi temizlik dünyamdan geri dönmüş, yalancı, kışkırtıcı, ahlaksız ve dejenere dünyaya hızlı bir giriş yapmıştım. Kısa sürdürdüğüm bu güzel mola yüzüme renk katmış, suratıma tatlı bir gülücük oturtmuştu. Tatilimin devamını Antalya merkezde yapacaktım, kuzenim beni bekliyordu.

Ayın 14’ünde öğleden sonra otelden ayrıldık. Kızlar uçakla döneceğinden otelin servisi ile havaalanına gitmek üzere yola çıktılar. Ben de Kemer-Antalya arası işleyen minibüslerden birine binerek kuzenime gitmek üzere yola çıktım. Hava hala mükemmeldi, buna bir de sonbaharın gözleri kamaştıran renkleri, kırmızı gün batımları da eklenmişti ki, yaşam tadından yenmiyordu. Güneşin iyice indiği, akşamınsa artık hissedildiği bir vakitte, bana söylenen durakta indim ve cep telefonumdan kuzenime geldiğimi bildirdim. Beş dakika geçmemişti ki arabayla önümde bitiverdi. Meğer evine yürüme mesafesindeymişim.

O akşamı tamamıyla sohbet ederek geçirdik. Tatilköyü maceraları anlatmakla bitmiyordu, ayrıca ben de fena halde yorgundum, kolumu kıpırdatacak halim yoktu. Biraz pembe şaraptan çoklukla da yorgunluktan iyice mayışınca her şeye ertesi gün başlamaya karar verdik ve yattık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder