11 Kasım 2010 Perşembe

Ve Sonrası (20. Bölüm)

Arabamıza bindik. Ben o an yaşadığım huzuru ömrümün sonuna kadar unutmayacağım.  Beynimi kemiren, cebimi yiyip bitiren her türlü para kurutma kaynağından az önce kurtulmuştum. Bundan büyük mutluluk olur muydu? Babam da benimle aynı durumdaydı, bu ev meselesi onu da epey yıpratmış ve üzmüştü. O da ben de bu ağırlıktan ebediyen kurtulmuştuk. Bizi tertemiz bir hayat bekliyordu, bundan böyle bir kuruş borcum olmayacaktı artık.

Beylikdüzü’nden eve dönüşlerimden hep çok nefret etmiştim. Cuma akşamı yol son derece kalabalık olur ve trafikte insan can çekişirdi. Son sekiz ay süresince bir kere daha buraya gelmiş ve bir Cuma akşamı direksiyon sallayarak geri dönmek zorunda kalmıştım. Mutluluktan bunlara aldırmıyordum ama bu benim Beylikdüzü denen yerden evime son dönüşüm olacaktı. Kolay kolay buralara adım atmayacaktım. Bu sefer son seferdi. İstediğim gibi de oldu.

Eve kuşlar gibi uçarak döndük. Saat 20.00 civarı içeri girmiştik. Hiç üşenmedim, mutfağa girdim. Kendime dünyanın en güzel salatasını yaptım. Buzdolabındaki bütün peynirlerden güzel bir tabak hazırladım. Tahıllı ekmek dilimlerini sepete koyup zeytinyağ soslu zeytinlerimi kendi özel tabağına yerleştirdim. Evdeki şaraplardan birini açtım. Özellikle stoklardaki adakaralarından birini seçtim. Bu hazırlıkları yaparken babama da yemek önerisinde bulunmuştum ama o açlıktan beklemeyi istememiş girer girmez bir şeyler yemişti, çünkü tüm hevesini ertesi güne saklamıştı. Ben bekleyemezdim. Hazırlıklarımı masada tamamladım. Diskmen’imi belime taktım, kulaklıkları kulağıma geçirdim, “Çal” tuşuna bastım. Angela Dimitriou albümün dokuzuncu şarkısı; Mine ston kosmo sou (stay in your world) çalmaya başladı ben de yavaş yavaş kutlamama geçtim. Hemen belirteyim o zamanlar iPod denen cihazlardan da bende yoktu, o kadar gerilerdeydim, diskmen ile idare ediyordum ve mutluydum, bana yetiyordu.

Bugünü “hayatımdaki en mutlu günler” listesine ekledim. O sıralar böyle bir liste hazırlıyordum.

Aralık ayında konuştuğumuz medyum, Haziran’a doğru evimle ilgili bir gelişme yaşayacağımı ve her şeyin istediğim gibi sonuçlanacağını söylemişti. O gece bu ayrıntı birden aklıma geldi. Televizyonda belgesel kanallarında septik tiplerle ilgili gerçeğe dayalı, hayattan alınma çok program izlemiştim ve her ne kadar onlarca kanıt sunulsa da bu tip şeylere inanmamayı tercih ediyordum. Yalnız bu aklıma gelince birden  “eskisi kadar radikal olmamalıyım galiba” diye de düşünmeden edemedim.

Cumartesi sabahı güne bir başka ruhla uyandım. Bir kuş tüyü gibi hafif, bir kelebek kadar zarif ve sincap gibi neşeliydim. Pazartesiyi iple çekiyordum çünkü sabah erkenden bankaya gidip borcumu kapatacaktım. Şu geçen iki gün bile bana 46YTL ye mal olmuştu ancak hiç aldırmadım. Planlarımı yapmaya başlayabilirdim. Neydi düşüncelerim oturup gözden geçirmeliydim bu hafta sonu. Gerçi yazın ilk gününe girmiştik ve yaz ayları bazı etkinlikler açısından son derece kısır dönemlerdir. Herkes sahillere akar, şehirde kimse kalmaz, kurumlar çoğunlukla tatilde olurlar. Ama ben mutlaka bir şey bulacaktım. Son zamanlarda aklıma yabancı dilimle ilgili yaşadığım gerilemeyi takmıştım. Bu konuda çok sıkıntılıydım. İnsan kullanmayınca anadilini bile konuşamaz hale geliyorken, bildiğim ikinci lisanı korumak zor olmuştu. Neredeyse ortaokul seviyesine inmiştim. Bununla ilgili yazı iyi değerlendirmeli, benim için geçmesi güç olan yaz günlerini bu şekilde doldurabilirdim.

Yazları hiç sevmem.  Heleki Temmuz ayından, nemli sıcağından büsbütün nefret ederim. Hasta gibi olur dünya ile ilişkimi keserim. Ağustos’ta bir nebze kendime gelir ve son gayretle mevsimi bitiririm. Hemen internete bağlanıp pratikle ilgili isteklerimi karşılayacak bir yer bulmak amacıyla kurslara bakmaya başladım. Birkaç yer ve telefon numarası not ettikten sonra konuyu, üniversite sınıf arkadaşımın nikahına gitmek için çıkacağımdan akşam üstüne bıraktım. Telefon etme işini ve koşullarını akşama hallederdim, olmadı önümüzdeki hafta konuyu bağlardım. Şimdi hazırlanmalıydım.

Gardrobumu açtım, ne var ne yok baktım. Pek bir şey bırakmamıştım ama lazım olur diye siyah renkte ince krepten dikilmiş takımım gözüme çarptı. Hava aslında çok sıcaktı. Bu arada 2007 yılı yazı tarihin en sıcak geçen yazlarından biri olarak kayıtlara geçmişti ve o gün bize uyarısını yapmıştı ama anlamamıştık. Ben sıcağa rağmen dayanacağımı düşünerek siyah takımlarımı giymiştik. İçimde beyaz askılı bir bluz vardı. Takı olarak da gümüş tercih etmiştim. Saçlarımı arkadan sımsıkı bağlamış enseden at kuyruğu şekli vermiştim. Yapacak fazla bir şey yoktu, beyazlarım 3 santim olmuştu ve ben sadece en öndeki saç sırasını, kumral gibi bir renge boyayarak iyi bir hile yapmış, dikkatleri  dağıtmıştım. Yüksek topuklu yazlık siyah ayakkabılarımı da giyip evden fırladım. Allah’tan nikah, Kadıköy Elendirme Dairesindeydi. O sıcağa ve topuklu ayakkabılarıma rağmen yolu yürüdüm. Yürümek tiryakilik halindeydi ve asla yürümeden rahat edemiyordum. Nikah dairesine vardığımda daha yarım saat vardı. Yine üniversiteden diğer sınıf arkadaşım ve bir başka arkadaşımız da peşim sıra geldiler.  Nikah dairesinin kafesinde oturup bir şeyler içtikten sonra salona girdik. Şükür ki klimalar çalışıyordu. Biz gelin odasına geçtik, orada gevezelik ettik, resimler çektik, şakalaştık, güldük, eğlendik ve zamanı gelince de salondaki yerimizi aldık. Arkadaşımızı nikahladık; tebrikler, takılar vesaire hepsi olduktan sonra da kendimizi dışarı attık.

Açıkçası ben daha fazla oyalanmak istemiyordum, biraz daha hoş beş ettikten sonra sıcağa da fazla dayanamayıp evimizin yolunu tuttuk. Aklım yeni yapacaklarımda idi. Gözlerimi başka noktalara çevirmiştim. Beni donduran, uyuşturan borç sürecinden tamamen kurtulacağım Pazartesi gününden sonra neler yapacaktım ve tamamen bunlara yoğunlaşmaktaydım.

Pazartesi bankaya gittim. Borç kapatma ile ilgili tüm işlemleri yerine getirdim, belgeler imzalandı, ek ödemeler yapıldı, oradan buradan ıvır zıvır kesintiler yapıldı. Sonuçta ben 75.778 YTL vererek borcumu kapattım. Aldığım kredi 77.500 YTL idi ve o güne kadar sadece faiz ödemiştim, borcum bir arpa boyu kadar azalmıştı, neticede bir anlamda soyulmuştum. “Ne yapayım kısmet böyleymiş” demekten başka çarem yoktu hem kesinlikle şikayet etmemeli, bu durumdan kurtulduğum için sevinmeliydim. Çektiğim eziyet bitmişti, resmen işkenceden kurtulmuştum. Yıllar önce aldığım ama bana tek kuruş yararı dokunmamış Beylikdüzü’ndeki evim sonunda ihtiyacım olan paraya dönüşmüştü. Bu para ile 14 ay önce kredi furyasında satın aldığım yeni evimin borcunu ödemiştim. Elimde resmi kağıtlarımla bankadan çıktım ve evime döndüm.

Birkaç kurs seçeneği bulmuştum, bunlarla konuşmalıydım. Bankadan döndükten sonra ilk iş telefonun başına oturup bunlardan bilgi almak oldu. Yaz dönemi nedeniyle kurslarda inanılmaz indirimler vardı. Bu büyük bir şanstı, zamanlamam muhteşemdi ve kendimi çok takdir ettim.  Şubelerinden biri Caddebostan’da olan kurs aklıma pek yatmıştı. Yol açısından biraz çetrefilliydi ama benim zaten o kadar zamanım vardı ki harcaya harcaya bitiremezdim. Hem Bağdat Caddesi yöresi hoşuma da gidiyordu. Kursun tam karşısında MADO, iki yanında Kahve Dünyası, biraz aşağısında ise güzel kafeler vardı. Uzun yaz günlerinde kurs çıkışı ya da öncesinde buralara takılır biraz keyif yapabilirdim. Artık bütçe savaşım yoktu, en azından cephe savaşından kurtulmuştum. Tek yapacağım evin bitmesini ve kiraya verilmesini beklemekti. Buna da 16 ay vardı. Elimdeki parayla bu 16 ayı çok rahat geçirebilirdim. Tabi ki hepsini harcamayacaktım. Artık ucuza yaşamayı çok iyi öğrenmiştim, bu para kolay kolay bitmezdi, evim kiraya verildiğinde üste yığınla para da rahatlıkla artardı.
Kendime bir çizelge hazırladım. Kendime bir maaş miktarı dayattım. Bu çizelge 16 aylık dilimlerden oluşuyordu ve her ay sabit bir miktar en başa koyuluyor, giderler gün be gün buraya işleniyor, artılar eksiler birbirini tetikledikçe kalan para ve tehlike işareti bana çeşitli renklerde görünüyordu. Bu çizelge son derece faydalı olmuş çok işime yaramıştı.

Kursum harikaydı. Gece 22.00’a kadar ders vardı, istediğim saatte gidiyor, istediğim kadar kalabiliyordum. Konuşma, tartışma saatlerine ise mutlaka kalıyordum.  Geç saatte çıksam bile eve rahatlıkla dönebiliyordum. İlk ünitelerde seviyemin biraz gerisinden başladığım için sıkılsam da zaman geçtikçe tadına varmaya başladım. Hem kursiyerler tahminden çok farklı insanlardı, çoğunluk benim yaş grubumdandı, içlerinde çalışmayanlar da vardı, akşam grubunda iş çıkışı gelenler oluyordu, onlarla ders ise başka alemdi. Öğretmenlerimizin hepsi çok iyiydi, işlerini mükemmel yapan, her şeye hakim, bir o kadar neşeli, eğlenceli tiplerdi. Hepsi yabancıydı. Amerikalı ve İngiliz, birkaç tane de Avustralyalı eğitmenimiz vardı ki Türkçe’yi iyi bildikleri halde bizimle sağır dilsizi oynuyorlar ve bülbül gibi konuşturuyorlardı. Unuttuklarım patır patır zihnime dökülmeye başlamıştı. Bu kurs işini düşünmekle dünyanın en doğru ve isabetli hareketini yapmıştım. Yaz boyunca kendimi sürekli kutladım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder